Friday, November 26, 2010

Ot, kök, zerzavat...

Gecen gorustugumuzde dayim soyle bir cumle sarfetti; "Ne yiyorsunuz oglum siz orada? böcek cücek falan mi yiyorsunuz, varmi yiyecek birsey?"

Tabii 7 aydir burada yasayan beni nurtopu gibi bir gram bile kaybetmemis gorunce sasirdi napsin :D
Bu vakanin uzerine cok zaman once hazirladigim ama yayinlamayi unuttugum, hatta benim bile varligindan bir haber oldugum bu post geldi aklima. Ilk zamanlar bir heves hazirlayip birakmisim. Hatta o zamanlar bizimkiler sorunca "a soylede bir meyva var, boylede bir sebze var, cok ilginc birsey yedik..." falan diyorduk, tabii ilk heves. Uzak dogunun ilginc meyva sebzesini tanitmak bugune kismetmis :) Neyse birkac yeni fotograf daha ekleyip sunuyorum begeninize. Bakin bakalim biz burada neler yiyormusuz :)))

Bu gordugunuz Nilufer köku yani "Lotus root" oluyor. Daha once tempura tarifini verirken de bahsetmistim. Agac gibi sert birsey. Genellikle corbalara koyuyorlar uzakdogulular ya da tempura da guzel bir secenek oluyor...


Bu gordugunuz de "Bai Cai" yani ne derseniz hicbir fikrim yok :))))
Buraya geldigimiz ilk zamanlardi markete gittigimizde bir suru garip yesilligi gorunce bakayim isimleri ne dedim birde ne goreyim hepsinin uzerinde ingilizce yaprakli sebze yaziyor :)) Arkadasima sorunca nasil pisirecegiz bu yaprakli sebzeleri diye hepsi icin ayni tarifi verdi; sarimsagi yagda kavur uzerine bu sebzeleri ekle, kavur, sonrasindada "oyster sos" ekle... Burada bu yesillikler boyle pisiriliyor, oyster sosda neredeyse herseye kullanilan istiridye sosu. Istiridyenin neresinden yapiliyor derseniz orasini hic karistirmayin biz artik sorgulamadan yemeyi ogrendik :Di


Bai Cai kökleri cok dekoratif, ust kismini kesince kök kismi cicek gibi duruyor, bayiliyorum bu goruntuye :)
Asagidada Bai Cai in mantarla pismis goruntusu, tabii ki oyster sos esliginde.



Turkiyede aman zehirlidir diye yiyemedigimiz mantar Almanya'dan sonra burada da vazgecilmezimiz haline geldi. Hayatimda hic gormedigim bilmedigim oyle harika mantarlarla karsilastim ki burada.
Asagidaki mantarin adini unuttum su anda, ama oldukca kitir kitir bir mantar. Tek basina pisirilince pek birseye benzemiyor ama baska cesitlerle karistirilinca harika oluyor :)


Iste bu da baska bir cesit mantar "Enoki" gorunusunun sirinligi yanisira tadi da inanilmaz guzel. Yukaridaki mantarla birlikte pisirilince yemeklerin yanina super eslik ediyor. Ozellikle Japon ve Kore mutfaginda bol bol kullaniliyor gordugum kadariyla.




Bu asagida gordugunuz garip sekilli sey ise bir meyva :) Ismi "Jumbu"
Ilk gordugumuzde alsak mi almasak mi diye nazlanan biz simdi muptelasi olduk bu meyvanin. Sulu, citir citir bir meyva. Anavatani neresi derseniz hicbir fikrim yok, ama bu cografyada biryerler oldugu kesin :)
Isin ilginc yani da Singapurlu arkadaslarimiza "biz Jumbuyu cok sevdik, surekli yiyoruz" deyince aldigimiz cevap su oldu; "Jumbu soya sosu ile iyi gider" !!! Mindar ettiniz oglum guzelim meyvayi, arabin yagi bol buldugu gibi bunlarda soya sosunu... tovbe tovbe :)


Iste cok tanidik bir sebze, tabii ki bamya. Ama oyle boyle degil buradaki bamyalarin boyu bizdekilerin cok rahat 4-5 kati. Hatta daha belirgin olsun diye yanina cay kasigi koyup cekmistim resmini.
Bu bamyalari gorunce ister istemez insanin aklindan geciyor; "bamya kadar" diye dalga gecenler gelsinde birde buradaki bamyalari gorsunler agizlarini acarlarmi acaba :)
Ayrica aklinizdan gecebilir simdi bamyalar bu kadar buyukse ne cok sumuk cikar onlardan diye (annemin aklina ilk bu gelmisti ordan biliyorum). Hakikaten oldukca sumuklu :D ama burada yeni bir pisirme yontemi ogrendim ben, hatta hic bamya sevmeyen biz ayila bayila yiyoruz kocakisisi ile. Oyle haslayip yemek yapmak yerine halka halka dograyip sogan ve domatesle kavuruyorum. Uzerine biray salca ve baharat. Kavururken sumuk mumuk kalmiyor ve cok guzel oluyor kesinlikle tavsiye ederim eger sizde bamyalarin sumuklerinden muzdaripseniz :)


Bu sirin gorunumlu meyvalar ise "Rambutan" hani daha once Durian yazimda bahsetmistim. Pek bir tadi ve aromasi yok dolayisiyla biz pek sevmedik, zaten soymasi da zahmetli.


Iste bir diger enteresan sebze... fasulye...
Bayagi bildigimiz fasulyelerden ama burada "long bean" yani uzun fasulye diye geciyor. Tadi nasil derseniz, ayse kadinin yerini asla tutmaz :) Ama dunyanin bu ucunda insanin cani zeytinyagli taze fasulye isteyince o daha iyi bu kotu diye konusmanin anlami kalmiyor :)


Bu da bildigimiz patlican diyeceksiniz, hem evet hem hayir :) Yani patlican oldugu dogru da bildigimiz patlican degil. Japon patlicani bu, eflatun bir rengi var, incecik, kucucuk ve bizim patlicanlara gore cok körpe bir tadi var. Bilmem anlatabildim mi :)


Resimdeki sebze ne derseniz, kendileri "Ti Wan Chye"...
Ne oldugu hakkinda en ufak bir fikrim yok :) O bahsettigim "yaprakli sebze"lerden bir ornek. Biraz ispanagi andiriyor ama ispanagin sumuklusu diyelim biz buna :) Bildigin bamya gibi sumuklu birsey bu :) Bunu degisiklik olsun diye ispanak gibi kavurup sarimsakli yogurtlu hazirliyorum, cakma ispanagimizi afiyetle yiyoruz :)) Tadi da hic fena degil yani, vardir insallah bir faydasi bosa yemiyoruzdur.


Iste bu da distan hicbirseye benzetemedigimiz ama tadina bakinca cok sevdigimiz meyvalardan bir digeri "Guava". Distan oldukca sekilsiz duran bu meyvanin ici armut, elma ve ayva karisimi diyebilirim :) Guzel birsey yani, birde cok hos bir aromasi var.

Guava ile ilgili soyle de bir anim var;
burada yemekhanelerde yemek dukkanlarinin yani sira hep taze meyva suyu ve meyva dukkanlarida var, eh ne de olsa meyva cenneti sayilir burasi. Birgun yemekten sonra ise donerken meyva aliyorum baktim onumdeki cocuk dilim dilim guavalari kapti. Bende daha once hic denememisim haydi bir deneyeyim su meyvayi da dedim. Cocuk meyvayi aldiktan sonra orada bir kutudan seker ve tarcin karisimi birsey doktu guavalarin ustune gitti. Bende "vaybe bak usulu boyleymis, hay gozunu seveyim insan ne farkli seyler ogreniyor ve goruyor burada" deyip bende doktum benim guavanin uzerine, parasini odedim aldim is yerime gittim. Ogleden sonra bir ara calisirken benim aklima geldi guavalar, icim de yanmis haydi yiyeyim dedim. Agzina bir parca atmamla bilgisayarin ekranina puskurtmem bir oldu :( Megerse o toz karisim tuzlu baharatli birseymis. Mindar oldu canim meyva, ne gagalarsin bilmedigin b.ku be A!!


Bir baska acayiplik daha :) Bu meyvanin ismini duyunca yarilacaksiniz kesin..."Endonezya Salagi"
Evet evet bildiginiz "salak" meyvanin adi :)
Distan gorunumu cam kozalaklarini andiriyor, soyulmus hali ise bir alttaki resim. Tadi derseniz ben pek sevmedim; kestane ile cok olgunlasmis armut karisimi bir tadi var :)


Ve iste ailemizin meyvasi "Star Fruit" yani Yildiz meyvasi. Bircogunuz gormussunuzdur bunu, Turkiyede de bazi pastahaneler pasta suslemede kullaniyor bunu sekli cok guzel oldugundan dolayi.
Biz bayiliyoruz bu meyvaya :) Sadece sekli degil tadi da muthis, bol sulu ve ferahlatici. Ozellikle bana erigi animsatiyor hep. Yillardir icimde kalmistir yesil erik sevdasi, ilk defa erik tadina yakin birsey buldum :) Erik gibi sulu ve citir citir, sadece eksi degil tatli.


Ve bu yaziyi bir fenomenle tamamliyorum "Dragon Fruit" yani Ejderha meyvasi...
Zaten pembe renge tapan ben bu meyvaya bayildim desem yetersiz kalacak. Bir meyva boylesine mi carpici, goz alici ve mukemmel gorunur insanin gozune :) Beyazi da var bunun ama ben pembesine vurgunum. Hatta beyazini ilk kez Almanya'da denemis ve hic begenmemistik ama buraya geince farkettik ki Avrupadakiler cakmaymis ne tadi var ne aromasi.
Inanilmaz reklere sahip bir meyva... tadina gelince ise pek fazla bir aromasi yok aslinda hani neye benzetecegimi bilemedim. Ama sirf rengi icin yenilecek bir meyva, yani en azindan benim icin :) Hele hele meyva suyu inanilmaz goz alici oluyor...


Iste efendim biz bunlari yiyoruz burada, yani neymis böcek cücek yemiyormusuz :)))

Thursday, November 25, 2010

Disisleriymis... Pehhhh

Son zamanlarda gazetelerde okuyoruz Turkiye'nin disisleri ve iliskileri super, hersey harika, disisleri bakani mukemmel calisiyor falan diye...
Bunlari soyleyenlerin hepsine kafam girsin! (Kufur icin kusura bakmayin sevgili okuyucular zira pek sinirliyim)

Bu haberler sadece hukumet borazani medya kuruluslarinin zirvalamalarindan baska birsey degil. Hani nerde iyiye giden disiliskiler? hani nerde disislerinin halki icin yaptigi gelismeler? hani nerde vize icin cektigimiz cilelere cozum!??


Birkac ay kadar once yilbasi tatili icin nereye gitsek planlari yaparken aklimiza Avustralya'ya gitmek geldi. Hani yeni yila Sydney'de opera binasini yada limani izleyen bir yerde girsek fena mi olurdu. Hem firsattan istifade izinlerimizi kullanip Avustralyayi da gormus olurduk.


Tabii ki bizim kurdugumuz hayallerimizden uyanmamiz kisa surdu. Oncelikle Avustralya'nin bizden vize istedigini, bircok ulkeye verdigi online vizeyi bize vermeyip elcilik kapilarinda surundurdugunu daha sonra ogrendik!


Turkiye'nin disisleri supermis!!! pehhh... Kulahima anlatin siz onu. Bende bilirim diplomatik pasaportlarla vize sorunu olmadan o ulke senin bu ulke benim gezmeyi, gelin birde bizim gibi lacivert pasaport ile her yerde itilip kakilin da o zaman bu laflari soyleyebilirmisiniz gorelim! Yillar once rahmetli Özal'i ilaclamisti bir ulke giriste (sanirim Yeni Zelanda idi, ha Yeni Zelanda ha Avustralya ayni halt), o da gerisin geriye ucaga atlayip Turkiye'ye donmustu. Iste hala o noktada kalmisiz, bir ilaclamalari eksik bizi...


Hic unutmam birkac yil once Almanyadaki Turk buyukelciligini aradik maksat Prag yolculugu yapmak ve bizden vize isteyip istemediklerinden emin olmak, hani Almanya'da calisma vizemiz varya istemezler zannediyoruz. Elcilikteki gorevlinin cevabi kisa ve aci vericiydi;


"Bizden vize istemeyen kimse varmi be kardesim!!!"

Kici kirik, nefesi kokan Cek Cumhuriyetine gitmek icin bile dunyanin belgesini toplayip, birde elciliklerine ulasmak icin saatlerce tren yolculugu yapmistik. Adamlarin ulkesi sefildi, baskentlerindeki tren istasyonu bile bizim banliyolerdeki istasyonlar gibiydi ama gel gor ki bize vize sorma luksune sahiptiler...

Hatirlarsiniz bir diger yakin ornegini de yakinlarda Vietnam ile yasadik. Sefiller, aclar ama bizi vize icin surunduruyorlar...


Anlayacaginiz bizim disislerimizden bir halt olmaz, aksini dusunen varsa buyrun beri gelsin, yanlisim varsa duzeltirim.


Olan bizim yilbasi planlarina oldu... Avustralya buyukelciligi ebemizin adini bile sordugu icin vizeyi almamiz bir ayi buldu ve sonuc olarak ucuslar da, otellerde tamamen doldu. Daha da kimse demesin disislerimiz iyiye gidiyor diye, pardon ama "hangi ulkeden bahsediyorsunuz siz kuzum??"

Tuesday, November 23, 2010

Ama ben daha mimar olcaydim

Yine atil bir gunumdeyim, hani olur ya birsuru isiniz vardir ama hicbirini yapamazsiniz hep bir seyleri ya da birilerini beklemek zorundasinizdir :( Iste aynen oyle birgun bugun, butun gun elle tutulur adam gibi birsey yapmadim, yapamadim… Gicik oluyorum oturdugum yerde.

Birde ustune kendimi vurdum dizayn sayfalarina ve bloglarina basladim yine hayatimi ve isimi sorgulamaya :( Biri bana su sayfalari yasaklasin lutfen ne zaman tasarim ve dekorasyon sitelerini gezsem kotu oluyorum resmen… Isi gucu kariyeri oldugu gibi birakip gidesim geliyor, neyime guveniyorsam?!

Su anda herseyi birakip mimar olasim var mesela… Bir suru ev dekore edesim var, hepsi de ayri renk ayri stil… Ya da cilgin bir dizaynir (Turkcesi boyle mi yaziliyor bunun?) olasim var, kesip bicip yapistirsam herseyi birbirine, hani “ol” desem ve olsa… Ya da bir fotografci olsam mesela, saatlerimi kendi bayildigim detaylari cekmek icin harcasam ve hatta bundan para kazansam :)

Para anahtar kelime burada :( Hani belki babamizin hanlari hamamlari olsa olurdu bunlar, sirf kendi zevkime istedigim isi yapardim iste o zaman, ama… lakin ama…
Yine bir depresif modumdayim anlayacaginiz, bugun benden hayir gelmez yarina allah kerim :)

Butun gun bakip bakip bayildigim o detaylardan birkacini ekleyeyim de gozunuz gonlunuz acilsin benim bu depresif halimden sonra :)






Monday, November 22, 2010

Diplomatik bir bayram ve Tatli bir haftasonu

Bayram seyran bitti, hani bize hic gelmemisti zaten de… Hem babalar gibi 9 gun bayram tatili yapan hem de ustune ayy niye bitti diye soylenen sizler!! E ama insaf yahu, hakikaten insaf, bu ne sabah beri “ay tatil bitti, ay ise niye geldik edalari”. Hepinizi esefle kiniyorum buradan, cik cik cik… tatil yapan var yapamayan var canim :)

Bilindigi uzere bizde hepi topu bir gun tatille avunduk, o da zaten haftanin ortasina denk geldigi icin bir seye yaramadi. Her zamanki bayram kutlamalarindan farkli olarak bu sefer bayrami buyukelcinin konutunda kutladik. Meger buyukelcimiz her bayram burada yasayan Turkleri bir araya getirip, ufak bir kutlama gerceklestiriyormus konutunda. Almanya’da boyle birsey hic gormedigimiz icin sasirdik acikcasi ilk duydugumuzda. Gerci Almanya’da ki Turkler de surusuyle hangi birine davet verilsin ki :) Oldukca guzel bir ortamdi ve biz burada yasaya diger Turklerle tanisma firsati elde etmis olduk boylelikle. Meger ne kalabalikmisiz :) Guzel oldu vesselam…

Bu arada bir dipnot dusmek istiyorum, buyukelcinin esi inanilmaz hosuma gitti. Hani hep o mevki pesindeki, esinin isi ve mevkisi ile varolabilen, suslu puslu, artist tiplere alismisizdir ya biz boyle konularda – gerci daha once hic buyukelci esi gordunmu deseniz gormedim valla belki cogu boyledir, hep basinda gordugumuz protokol haberlerine istinaden konusuyorum ben. Iste onlarin aksine nasil sade, nasil hos, zarif ve kibardi, hayran oldum kendisine :)

Kocakisisinin istedigi kek pasta ve bayram sekerlerini yapmak da haftasonuna kaldi tabii ki. Cumartesi gunu kendimizi attik mutfaga, tum tatli pasta ihtiyacimizi giderdik :) Kocakisisi ekmek makinasinda harika bir kek yapti bende yesil cayli truff ve karamel yaptim. Karamel tarifinde glikoz vardi ve evde glikoz olmadigi icin onun yerine seker koydum, ama sanirim ayarini tutturamadim. Tadi super olsa da kivam tutmadi onun icin gercek tarif ve fotograflar ancak bir sonraki denemeye :) Simdilik yesil cayli truff ile yetinin. Iste o inanilmaz guzel oldu, ayni hazir truff lezzetinde.

Yesil Cay (Matcha) li Truff

Malzemeler:
1cup beyaz cikolata (1cup yaklasik 16-17 yemek kasigina denk geliyor)
50ml krema (krem santi degil bildiginiz sut kremasi, yag orani 36-40% olacak)
50g tereyagi yada margarin
2-3 yemek kasigi matcha yani yesil cay (burada toz olarak satiliyor ama Turkiyede’de mutlaka satiliyordur marketlerde falan bildigimiz yaprak yesil cay degil bu)

Yapilisi:
Oncelikle cikolata, krema ve yagi ayni kaba koyup benmari usulu eritin. Benmari ne derseniz buyuk bir kaba sicak su koyun ocaga yerlestirin, bu malzemeleri de baska bir kaba koyup o buyuk kabin icine yerlestirin. Yani malzemeler buyuk kapta kaynayan suyun isisi ile eriyecek. Bu arada dikkat erittiginiz malzemelere su buhari karismamasina ozen gosterin yoksa truff istediginiz tad ve kivamda olmuyor.

Malzemeler iyice eriyip homojen bir karisim olunca ocaktan alin ve oda sicakligina gelmesini bekleyin. Oda sicakligina gelince dolaba (buzluga degil) koyup 2-3 saat donmasini bekleyin. Donduktan sonra cikarip kucuk kucuk toplar yapin, baska bir tabaga koydugunuz yesil cayda yuvarlayin. Bir dip not daha, elinize aldiginiz anda inanilmaz eriyor vucut isisi ile onun icin cok hizli olmakta ve mumkunse soguk bir ortamda calismakta fayda var. Zira benimkileri dogru duzgun yuvarlayamadim bile. Simdi anliyorum trufflarin neden hep sekilsiz oldugunu ve tabii ki neden Isvicrenin bu konuda bir numara oldugunu, ne de olsa buz gibi adamlarin ulkesi hic erimiyordur ki istedikleri hale getiriyorlardir…

Neyse efendim caya buladiktan sonra birkac saat daha dolapta tutun sertlesmeleri icin, sonrasinda kahvenin ya da cayin yanina harika gidiyor :)

Umarim sizlerinde bayrami bole tatli tatli gecmistir, haydi soylenmeyi kesin hepiniz gecin is basina artik :D
A.

Tuesday, November 16, 2010

Gurbette bayram ancak bu kadar

Alistim zannediyordum kac yildir bayramlari bayram gibi yasamamaya. Kac yildir ne bayramdan haberimiz var ne birsey. Gurbette olunca bayram seyran olmuyormus ne yazik ki. Hele hele Avrupa ulkeleri daha beter, orada esamesi bile okunmuyor bizim bayramlarimizin. Burada ise en azindan bir gun bayramimiz var. Burada her dinin bayrami icin bir gun resmi tatil yapiliyor, maksat haksizlik olmasin kimseye. Biz uzun uzadiya 9 gunluk bayram tatillerine alismis Turk insanina garip gelsede bu durum, hic yoktan iyidir degil mi :)

Kaldi ki memleketteyken yogunlastirilmis bayram ziyaretlerinden soylenen ben :) Yok yok hala ayni fikirdeyim onca bayram ziyareti, zoraki icilen sekerli kahveler, sapir supur opusmeler, kurban bayrami gecesinde haberlerdeki sacma sapan manzaralar… Amanin amanin dusununce burada iyi olduguma karar verdim :))) Ama baklavalari ozledim ne yalan soyleyeyim :P

Hele annemin uzaktan bir akrabasinin kocasi var, dusman basina! Koskoca herif ne kadar kari kiz varsa sapur supur opuyor hic yasina basina bakmadan kucuk cocuk oper gibi. Be mendebur adam ben senin tukurugunu suratimda tasimak zorundamiyim bayram bayram! Hatta en son orada gecirdigim bayramda ben hastaydim (hehe) kurtardim pacayi opusme faslindan, bir baktim normalde basi acik gezen teyzem takmis bir ortu kafasina, cekmis ortuyu yanaklarina kadar :)))) Maksat bu adam opunce tukuruge bulanmamak :))))

Gecen gun kocakisisi demez mi “hic bayram seyran bildigimiz yok, colugumuz cocugumuz olsa hicbirsey bilmeyecek gormeyecekler gelenek gorenek adina” diye. Valla ne yalan soyleyeyim benim de aklima takildi, buruldum biraz ama yapacak birsey yok simdilik – hem cocuk falan day ok yahu, endiseye mahal yok. Kocakisisinin gonlu olsun diye biraz mutfaga girip bayram gibi hissettirmek lazim sanirim su aralar, ama ne ara tatilimiz bile yok ki. Neyse artik yapacagiz bir sekil ki bizim adam bayram coskusunu icinde hissetsin diye :)

Bayram atraksiyonu olarak bizde bayram yemegine arkadaslarimizi davet ettik bu gece :) Daha dogrusu onceden planlanmis bir oyun gecesiydi ama biz bayramla birlestirdik kendimizce, hani en azindan es dost bir bayram yemegi yiyelim diye. Iki Turk, bir Singapur’lu ve bir Alman’dan olusan kadroyla nasil bir bayram yemegi olur o da tartisilir, fikra gibiyiz harbiden :) Bu arada super oyun yazilari birikti onlari da yazmam lazim bir ara :)

Bayram bahanesiyle, gecenlerde bilgisayari karistirirken buldugum, gectigimiz yillarda yapip resmini cektigim ama yayinlamaya firsat bulamadigim birkac tarifi vereyim. Yenilerini yapana kadar eskilerle idare ediverin bi zahmet :) Neden yapip resmini cektin dersen, yok efendim deli falan degilim :D Benim yillardir bir yemek blogu acma fikrim vardi, o zaman bol bol cekmistim yaptigim yemekleri. Ama sonra ne yapacagina karar veremeyen ergen kizlar gibi yemek mi yazsam, yok yok gezilerimizi yazayim, yok ama alisveris kismi ne olacak derken… Iste hayatimizi yaziyoruz ucundan kiyisindan.

Hepinizin bayramini kutlarim en icten dileklerimle, nice mutlu saglikli ve guzel bayramlar yasayin sevdiklerinizle :)

Buyrun tariflere;

Cikolatali muzlu kolay pasta
Oyle malzeme falan yok, bu tarifler hep kafadan uydurma oldugu icin goz karari anlatacagim :) Oncelikle pandispanya veya hazir pasta kekini alip ortadan ikiye ya da kalinligina gore uce kesin. Ici icin vanilyali yada muzlu puding hazirlayin ama normalde kullanilan sut miktarinin yarisi ile. Yani pudding kivaminda degil koyu krema kivaminda olacak. Onun icerisine bir yemek kasigi tereyagi koyup mikserle iyice karistirin. Soguyunca kekin arasina kremayi surun, uzerine dilimlenmis muz, findik fistik ve cikolata parcalari koyup kekin diger katlarini da ekleyin. Bu arada icinin kremasi icin puding yoksa ayni karisimi sut, seker ve nisastayla da yapabilirsiniz, hem cok daha saglikli oluyor.

En ust kati da koyduktan sonra bir miktar eritmelik cikolatayi biraz sut ile cezveye koyun. Yavasca sicak su dolu baska bir kabin icine yerlestirdiginiz cezvede cikolatayi eritin (bunun adi benmari usulu eritme oluyor efenim). Cikolatali sos iyice eriyince kekin uzerine dokun. Bunun icin bulabilirseniz glazur de kullanabilirsiniz, hem kullanimi daha kolay sadece isitmaniz yeterli. Cikolatali sosu da doktukten sonra uzerini nasil isterseniz oyle susleyin :)

Hellim peynirli aperatif

Bu tarifte oldukca kolay ve saglikli. Hellim peynirlerini kibrit kutusu kadar kesip yagsiz tavada arkali onlu biraz kizartiyorsunuz. Onceden firinda kozlediginiz yag biberlerini soyup kizarttiginiz hellim peynirlerini sariyorsunuz. Hellimleri sarmadan uzerlerine tuz, karabiber, biraz limon suyu ve zeytin yagi gezdirin. Son olarak da cevresini incecik yesil sogan saplari ile sarip dugum atiyorsunuz.
Iste bu kadar, cok saglikli ve hafif bir aperatif, hemde hazirlamasi cok kolay.

Avokado ve somonlu aperatif


Bu tarif icin de bir iki tane yumusamis avokado alip tuz ve limon suyuyla iyice eziyorsunuz. Ince bir lavas ekmeginin icine krem peynir surer gibi bu karisimi suruyorsunuz, uzerine somon fume koyuyorsunuz, en uste de mayonez ve yogurt ya da maskarpon peyniri (ya da labne) surup tumunu rulo haline getiriyorsunuz. Bu arada arzu ederseniz mayonez ve yogurtlu kata (yada beyaz kata diyelim)maydanoz dograyabilirsiniz. Ruloyu kucuk kucuk dilimler halinde kesip servis ediyorsunuz. Cok fazla bekletmeye gelmiyor lavaslar hemen yumusuyor benden soylemesi :)

Yeni tariflere kadar benden bu kadar…
Afiyetler olsun, agiz tadi dolu bir bayram dilerim hepinize.
A.

Monday, November 15, 2010

Her sonbahar gelisinde sari sari yapraklarda...

Cok severim bu sarkiyi, rahmetli Yildirim Gurses nasil da guzel soylerdi...
Bu sonbahar resimleri yaklasik bir yil oncesine denk gelen bir zaman diliminden…
Yer Almanya’nin Erlangen sehri, nadir bulunan gunesli bir sonbahar gunu Almanya icin…




Nerden cikti simdi bunlar derseniz sonbahar geldi geciyor bile, kis kapiya dayandi. Ve hayatimizda ilk defa soguktan uzak bir sonbahar yasadik biz.

Ilginc… Guzel… Mutlu (sogugu sevmeyen ben icin)…

Yavas yavas yilbasi yaklasirken ortalikta yapay cam agaclari belirmeye basladi. Cevrede sort ve ip askili giymis insanlar yilbasi agaclarinin onunde poz verip fotograf cektirince garip ve komik geliyor bize :)

Gecenlerde birinin agzindan duydum sararip yere dokulmus sonbahar yapraklari hakkinda konusulurken “gordunmu onlari gercekten, ay ne guzellll” gibi bir cumle kurdu. Bana garip ve komik geldi tabii ki. Sonrasinda soyle bir dusundum, insanoglu kendisinde ne yoksa onu istiyor iste. Iste benim de aklima bu fotograflari cektigimiz, yapraklarin sararmaya basladigi o guzel sonbahar gunu geldi birden.

Yillardir soguktan nefret eden, surekli hasta olarak yasayan “ben” Singapur’da boylesi bir sonbahar ve kis gecirmekten gayet memnunum su anda. Koca kisisi de simdilik memnun, ama ne kadar dayanir buraya bilemem :) Gecenlerde “bu ada benim ustume gelmeye basladi” dedi, eh Istanbul cocugu ne de olsa SIKILMAZ mi?

Birde farkettik ki burada zamanin nasil gectigini ayrimsayamiyor insan, mevsim hic degismiyor, iklim ayni, gunler bile degismiyor sabah 7’de doguyor gun aksam 7’de batiyor… hep ayni… Insan gecen gunlerin hizina yetisemiyor ve farkina varamiyor, sanirim bu oldukca kotu…

Guzel bir hafta diliyorum hepinize :)
A.

Friday, November 12, 2010

Manda tukurugu yemek

Uzun zamandir eglenceli bir Cuma yazmamisim bakiyorumda. Gecenlerde aklimdan geciyordu ilk geldigimiz zamanki maceralarin hepsini yazmadim yarim kaldi diye, eh simdi tam zamanidir anlatmaya devam etmenin :)

Bircogunuz hatirlarsiniz hala ile maceralarimizi, hatirlamayanlari buraya ve buraya alalim :)

Bahsettigim gibi biz ilk tasindigimizda biraz daha sansliydik (belkide sanssizdik bakis acisina gore degisir tabii) cunku cok yakin arkadaslarimiz vardi Singapurlu. Sagolsunlar tum misafir perverlikleriyle gezdirdiler ilk baslarda bizi surekli. Eh Singapur’da yemek cenneti oldugu icin en cok da yerel yemekleri tattirmaya calistilar. Kulturel olarak benzesiyoruz yani, hani bizdede gelen misafir catlayincaya kadar yemek yedirilir ya o hesap.

Iste o ilk zamanlardan bir gun arkadasim HL dedi ki; “benim amcamin kahve dukkani var oraya gidelim haftasonu hem yerel kahve nasil hazirlaniyor denersiniz, hem de bahaneyle kahvalti etmis oluruz hep beraber”. Bizde olur dedik el mecbur, ilk zamanlarimiz hicbir yeri bilmiyoruz baska planimiz var desek komik olur hem zaten daha basimiza gelecekleri de bilmiyoruz o henuz :)

Bu arada ben bunlari yazarken bir yandan surekli yangin alarmi testi yapiyorlar is yerimde, beynimin icine ettiler yahu bir yangin alarmi denemesi bir saatmi olur!! Anladik yangin ciksa sagir sultan bile duyacak, hem zaten g.t kadar adadayiz, adanin obur ucundakiler duyar bu alarmi alimallah.

Neyse konumuza donelim… Efendim kahve dukkani deyince insanin aklina ne gelir, hani kahvalti falan da isin icine karisinca, hani soyle bir café falan gelir degil mi? Aynen bizim aklimiza da o geldi. Gittik verdikleri adrese baktik ortalikta hic oyle café gibi bir yerler yok, bildigin hawker center - hawker center lardan daha once de bahsetmistim, halkin gundelik yemek merkezleri ama oldukce pis ve salas. Neyse baktik bizim umdugumuz gibi café falan degilmis, misafir umdugunu degil buldugunu yermis deyip gectik oturduk.

HL’in amcasi ve yengesi sagolsun o kadar iyi ve misafir perverler ki hemen kahvalti icin birseyler hazirlamaya giristiler. Eh salas yer dedik ya oyle menu falan zaten yok, birde tanidik olunca ben sunu yemem icmem de diyemiyorsun, zaten onlarda genelde bildigini okuyorlar :) Hemen geleneksel kahvalti neyse onu hazirladilar bir cirpida biz anlayamadan. Zaten asyalilarin oyle bizler gibi kahvalti anlayisi yok, bildigin yemek yiyorlar kahvaltida bile. Yedikleri en hafif sey makarna oluyor. Ama yine de Singapura ozel sabah kahvaltisi, hani biraz avrupai hale getirilmis olani, rafadan yumurta, tost ve kahve imis…

Daha biz ne oldugumuzu anlayamadan once buzlu kahveler geldi (ne bekliyorsunuz hava 35 derece, sicak kahve icilirmi acik hava kahvaltisinda), sonrasinda da yumurtalar. Ben simdi rafadan yumurta deyince siz bildigimiz rafadan yumurta sandiniz yine, yok degil tabii ki. Bizim bildigimiz rafadan yumurtanin daha da bir civiginin melamin bir cay tabaginda servis edilenini dusunun. Aynen su resimdeki gibi, ben o gun saskinlikla ne makine goturdum ne resim cektim ama yedigimiz ictigimiz seylerin aynisi internette vardi resimler internetten yani :) Yumurtanin zaten servis bicimi ofsayt, birde uzerine siyah bir sos dokmez mi bizimkiler, boyle soya sosu gibi :(




Normalde benim tavada yaptigim yumurtanin bile en ufak jel dokusu kalirsa yemeyen, o yuzden bana tum yumurtalari pisirirken didik didik ettiren kocakisisi bu yumurtalari gorurgormez bir fena oldu. Biliyorum hayatta yiyemez, e bende yiyemem ama!! Onun o halini goren yanimizdaki diger arkadas (Amerikali bu) atladi yiyemiyorsan alerjim var de ben seninkini de yerim ayip olmaz dedi. Bu elemanin karisi koreli oldugu icin herseyi yemeye alismis garibim tabi :)))) Tabii koca kisisi durumu kurtardi, kayiran allah beni kayirsin. Kuzu kuzu yedim el mecbur :( Icine bolca tuz, karabiber ve bilimum seyleri bocalayip nefes almadan kasikladim, ne kadar igrenc oldugunu da dusunmedim ki oraciga kusmayayim :)))



O sirada tostlar geldi. Aman normal birsey derken onun da bildigimiz tost olmadigini ogrendik. Burada “Kaya tost” diye birsey meshur. Biliyorum biliyorum adindan tas gibi birsey diye dusundurse de “Kaya” bir cesit marmelat burada, yemyesil birsey :) Ama tost yapmayi bile pek beceremiyorlar tabii ki, ekmegin icine tuzlu tereyagi (cogunlukla margarin) ve marmeladi ayni anda koyuyorlar. Tostu bir isiriyorsunuz tuzlu birsey geliyor agziniza, ikinciye isiriyorsunuz tatli kismi geliyor. Oyle vicik micik ne yediginizi anlamadan bitiyor iskence :) Ama o feci yumurtayi sildi goturdu agzimdan minnettarim kaya tosta :)

Biz bunlari yerken bizim Singapurlu arkadaslar gec kaldi bu arada. Zannedersem biz yumurtalari bitirmis tostlari da yarilamistik ki bunlar geldi. HL annesini de getirmis beraberinde, biz ilk kez tanistik onunla orada. HL’in annesi halanin ablasi oluyor yani aslinda hala degil teyze ama bizim agzimizda hala kaldi bir kere :) Kizin annesiyle tanistik o arada zirt diye bir yere kayboldu gitti kadin. Az sonra elinde bir iki posetle cikageldi tekrar, bize yemelik birseyler almis, yerel birseyler…

Eyvah!!! diyemedim ama kocakisisi ile soyle bir baktik birbirimizin suratina.


Az sonra posetler acildi, kutularin icinden garip gorunuslu birseyler cikti. Ilk etapta birseye benzetemedigimiz bu yiyeceklerin “rice cake” yani pirinc keki oldugunu ogrendik sonradan. Yerel isimleri de “Teochew rice cake” yada “png kueh” imis, bugun fotograflarini ararken ogrendim :) Kek dediysem hemen aldanmayin, kek falan degil sadece adi kek bunlarin. Disi pirincli bir hamurdan yapilmis, icine de allah ne verdiyse koyulmus birsey, birde haslama!






Efendim gelelim hikayenin geri kalanina. Kadin gozumuzun icine bakiyor haydi yiyin tadina bakin diyerekten. El mecbur aldik birer tane, kocakisisi beyaz olanindan alirken bende kendime pembe olanini aldim, hani pembeyi cok severim ya, hem pembeli yiyecekler hep tatli olur iste bir umut… Dediler sosundan da alin sossuz olmaz. Sos bildigin soya sosu arti soganli sarimsakli baska bir sos! Yani benim tatli umutlarim oracikta suya dustu. Sosu da aldiktan sonra tabagimdaki tuhaf yiyecekten bir kasik aldim, kasik diyorum cunku oldukca yumusak bingil bingil birsey. Oyle ufak birsey de degil tek lokmada yutasin yaklasik iki parmak yuksekliginde ve avuc icinden buyuk bir parca – dusunun yani durumun vehametini…

Kasiktakini agzima atmamla ogurmemek icin kendimi zorlukla tutmam bir oldu. Kendimi o kadar zorlamisim ki gozumden yas geldi, sonrasinda suratima bakanlari da genzime birsey kacti diye oksurup tiksirarak ikna etmek zorunda kaldim. Yedigim seyi tarif ediyorum simdi SIKI durun…

Boyle disi vicik sumuk gibi birseyin icinin turp gibi hatta daha kotu bir tadi olan birseyin rendesiyle doldurulmusu! Turp rendesiyle karismis, soya soslu balgam yutuyormussunuz gibi!!! Tabaktakini bitirene kadar akla karayi sectim, hic cignemeden sadece hizli hizli yuttum lokmalari. Arada ogurmemek icin de bol bol nefesimi tuttum ve iki bardak kahve bitirdim :))) Allah bir daha boyle seyler yedirmesin diyorum sadece :)

Hani eskiden cocuklar kotu laf soyleyince agizlarina biber surulurdu ya, hic gerek yok. Yedirin bundan bir tane bak hepsi Istanbul beyefendileri hanimefendileri gibi konusuyormu konusmuyormu omurlerinin sonuna kadar :)

Bu arada isin kocakisisi tarafini anlatmadim daha. Ben kendi tabagimdakini yutmaya calisirken o kadar konsantre olmusum ki kusmamak icin, onu tamamen unuttum. Bir ara bana donup seninki neliymis diye sordu. Bende “ay ne bileyim turp gibi birsey var ne oldugu bile anlasilmiyor” dedikten sonra ona sormayi akil ettim senin ki neli diye. Demez mi “cimenli” diye :) Kahkahalara bogulmamak icin zor tuttum kendimi. Hakikaten bir bakayim bununkinin ici yemyesil ot dolu, ne otu oldugu da mechul.


O gunu oyle atlattik ama ilerleyen gunler boyunca uzunca bir sure bitmedi bunu muhabbeti. Ismi de “manda tukurugu” kaldi bizim literaturde. Oradan cikar cikmaz isyan etti kocakisisi “bu ne be manda tukurugu gibi birsey vicik vicik, sanki mandanin damagina yapistirip cignetmisler hayvana servis etmeden once” diye, o sebepten yani :)

Guzel gecsin gununuz ve hafta sonunuz, siz siz olun bilmediginiz b.ku yemeyin bizim gibi :)
A.

Thursday, November 11, 2010

Bu filmler izlenir

Uzun suredir yine daldim gittim ise guce blog yazmak falan hak getire. Gecen hafta sonu yazmisim bu yaziyi kalakalmis oylesine, ufak tefek duzeltmeleri yapip yayinlamak bugune kismetmis. Hani su aralar evde oturup cayinizi cerezinizi alip, battaniyelerin altina sokulup sevdiceginizle film seyretmek icin oldukca uygun mevsimdeyiz - tamam siz uygun mevsimdesiniz burasi hala daha yaz (cok adiyim biliyorum tezahurata gerek yok :P). Sizi film arama zahmetinden kurtarayin dedim bende :)

Ust uste izledigimiz ve aklimda kalan birkac filmi mutlaka bahsedeyim derken gecikti, bende hepsini birden yazdim, buyurunuz…
Ilk film “Deli Deli Olma”
Bir neslin en buyuk aski Tarik Akan ile Serif Sezer basrollerdeler. Turkiyedeyken gormustum reklamini aklimda kalmisti da bir firsat bulamamistik izlemek icin. Gectigimiz hafta izledik. Ben yine yamuldum aglarken. Yurtdisinda sila hasretiyle yanan zevzeklerin izlememesi gerekenler listeme koydum bu filmi de, deneyerek tabii ki! Birinci sirada Babam ve Oglum var, sirf o film yuzunden iki gun kendimize gelememistik koca kisisi ile allahin iki safi Almanya “aci vatan” da ilk yalniz ve kimsesiz kaldigimiz gunlerde oturup o filmi seyretmis ve aglamaktan kurbagaya donmustuk :)

Neyse kisisel yorumlardan filmi anlatamadim ben yine, biliyorum biliyorum koca ceneliyim, napayim :) Film Gurcistan taraflarindan daha dogrusu eski Rusya’dan mubadele ile goc etmis bir aile ile yasadiklari kucuk koydeki Turklerin iliskileri uzerine. Ozellikle batida el bebek gul bebek buyuyup yetistirilmis biri olarak filmi izleyince ici aciyor insanin. O yokluk, yoksulluk, sefalet… yine de o insanlarin baska birsey bilmeyisleri ve belkide cogumuzdan bile mutlu ve huzurlu oluslari…

Vaktiniz olursa izleyin derim mutlaka, kacirilmamasi gereken guzel bir film.
Ikinci filmimiz “A Christmas Carol” Turkceye “Yeni Yil Sarkisi” olarak cevrilmis eski bir Charles Dickens klasigi…

Filmin basrol oyuncusu Jim Carrey olunca daha da bir ilgi cekici hale gelmis demeliyim. Birde animasyon turu filmleri seviyorsaniz bunu da begeneceginize garanti verebilirim, tam animasyon olmasa da bol bol efektlerle hazirlanmis bir film. Ilk etapta cocuk filmi gibi gorunse de kesinlikle bir cocuk filmi degil zira hayaletleri oylesine gercekci yapmislar ki bazi sahnelerde benim bile icim titredi. Filmin afisinin yanisira birde ufak bir sahnenin fotografini ekliyorum, hani fikir versin babinda :)


Bana sorarsaniz zevkle izlenecek bir film, Aysegul mu Fatmagul mu ne ona kim tecavuz etmis diye endise edeceginize bu cok daha guzel vakit gecirttiriyor insana ;)

Ucuncu sirada gecenlerde baska bir blogda duydugum (sanirim Leylak Dali olmali) ve izlenecekler listeme aldigim, izleyince de listeye almakla ne kadar iyi yaptim diye dusundugum “Babies” yani Bebekler filmi…



Dunyanin fakli kitalarinda dunyaya gelmis 4 farkli bebegin dogumundan itibaren yurumesine kadar gecen zamanlarini anlatan belgesel tadinda bir film.

Bebeklerden ilki Namibiya’da dunyaya gelen Ponijao. Afrikada toz toprak icinde, taslari ve agac parcalarini oyuncak belleyip tam da sans eseri diyebilecegimiz sekilde buyuyen bir bebek. Ama digerlerinin aksine en sirini, en az aglayani dab u ufaklik. Hani onu izledikce gordugum her haksizlikta “olurmu ama haksizlik o benim hakkimdi” falan diye soylenen ben sustum kaldim. Bu yasima gelip hala daha farkedemedigim seyi gordum o anda, bu dunya da adalet yok ne yazik ki :( Dunyaya gelirken bile esit gelmiyoruz ki…

Ikinci bebek dunyanin en buyuk sehirlerinden biri Tokyo’da yani Japonya’da dunyaya gelen Mari Chan. Iste bu minik ve sirin kiz sanslilardan biri, cunku el bebek gul bebek buyutulup bakiliyor. Inanilmaz sirin, tam sevmelik.

Ucuncusu Mogolistan’da dunyaya gelen minik Bayar. Bayar’da Ponijao gibi oldukca kisitli imkanlara sahip bir ailenin bebegi, ama nispeten durumu biraz daha iyi. O kadar tombik ve sirin ki anlatilmaz izlenir diyorum, hele hele kecinin onun yikandigi legenden su icme sahnesi var ki :)

Sonuncusu ise San Francisco California’dan Hattie. Iste bu da dunyanin tum nimetlerinden faydalanabilen, dogustan sansli olanlardan bir tanesi. Ama benim gozlemlerime gore de tum bebekler icinde gelisimini en hizli tamamlayip en akillica davranan, en cabuk ogrenen Hattie.

Diyecegim o ki, bu filmi sakin kacirmayin, soyle guzel bir Pazar kahvaltisi yaparken oldukca iyi gidiyor aile boyu. Birde benim gibi bebek severseniz agziniz acik izliyorsunuz :)
A.

Wednesday, November 10, 2010

Ozlemek...

Benim kelimelerim boylesine guclu degil belki...
Ve benim cumlelerim boylesine vurucu degil... ama bu demek degil ki ayni dusuncelere sahip degilim.
Okuyunca bu satirlari yine yuregim kabardi, yine bogazim dugum dugum oldu...












Ekim 2007, İzmir.


Alsancak’ın en meşhur dövmecisi Köprüaltı’na gençten biri girer, kolunu sıyırır, dirseğine doğru Mustafa Kemal’in imzası vardır, bir bankada çalıştığını, bu dövme yüzünden işten atılmakla tehdit edildiğini anlatır, tırsmıştır, ekmek parası filan diye ağlar, “silin” der.


Hep söylerim, ekmek parası diye ağlayanın maaşını, tavuk gibi buğdayla ödeyeceksin!


Adeta bomba düşer dövmeci dükkânına...


“Bu gördüğün eller Atatürk’ü yazar, Atatürk’ü silmez” deyip, kapı dışarı ederler.


Ve, internet sitelerinden alenen duyururlar: “Ey ahali, madem öyle işte böyle, bugünden itibaren burada, Atatürk’ün imzası bedava!”


İlk kim, nerede yazdırdı bilmiyorum ama, Atatürk imzasının furya haline gelmesinin miladı, bu olaydır.


Bir ödlek geri adım attı...On binlerce cesur öne çıktı.*Atatürk’e sövme modası...Dövme modası yarattı.


Köprüaltı örnek oldu, İzmir’de yapılan Atatürk dövmesi, 50 bini aştı. Yetişemiyorlar, her gün 30-40 kişi kazıyor vücuduna... Omuzuna, bileğine, iman tahtasına, kalbinin üstüne... Doktor var, avukat var, öğrenci, dekan, ev kadınları var. İstanbul’da patladı... Ankara, Antalya, Bursa, Trabzon, Muğla, Eskişehir dövmecileri artık neredeyse sadece bu imzayı kazıyor.


29 Ekim’lerde, 10 Kasım’larda Mustafa Kemal için ücretsiz çalışan 200’ün üstünde dövmeci var.


Dini gerekçelerle dövme yaptırmayan, otomobiline yapıştırıyor. Taksilerin camlarında... Motosikletine, hatta, bebe arabasına yazdıranı görüyoruz. Atatürk imzalı küpe kulaklarda, rozet yakalarda.


Ölümünün üzerinden taaa 72 sene geçtikten sonra, hiç tanışmadığı, hiç görmediği insanların bedenine imzasını atan bir başka lider var mı dünyada?


Neymiş, işten atarlarmış...
Bizim işimiz Atatürk.


Memleketimin güzel kadınları, giydirin çocuklarınızı güzel güzel, doğum günüdür bugün...
Çünkü, her 10 Kasım, aslında 19 Mayıs’tır...


Cumhuriyet dediğin, korkak babalar tarafından kaybedilir, yürekli evlatları tarafından geri alınır.


Mustafa Kemal, ilebelet payidardır.


Yılmaz Özdil'in 10.11.2010 tarihli yazisindan alintidir...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails