Thursday, April 28, 2011

Surdan Burdan...

Haftabasindan beri ha yazdim ha yazacagim derken yine buldum obur haftasonunu neredeyse. Isler, hayat, cok yogun gunler isik hiziyla geciyor ama elle tutulur gozle gorulur birsey yok yaptigim gicik oluyorum kendime.


Bu haftasonu uc hafta olacak bizimkilerle gorusmeyeli :( Dunyanin bir ucunda olup birde her iki tarafta gezentinin dik alasi olunca boyle oluyor. Biz uyurken onlar uyanik, onlar uyurken biz. Birde ustune birbirimize denk gelebilecegimiz birkac saatlik zaman diliminde de surekli gezdigimiz icin denk gelebilene askolsun…
Bu bahaneyle iyiyiz biz aile efradi merak etmeyin ;)

Gectigimiz hafta paskalya bahanesiyle resmi tatildi ama yinede yetmedi o birgun :) Bahanesiyle ne zamandir yapayim dedigim birkac seyi yaptim; bol bol dinlenmek, ev temizlemek :( arkadaslarla oyun oynamak ve mutfak maceralari gibi…

Iste gecen haftanin mahsulleri cupcake lerim :) Oyle guzel ve lezzetli oldular ki Café Fernando Cenk’in dedigi gibi “bir kek yaptim yanagini dayar uyursun”, o hesap. Kocakisisi de bayildi, uzerindeki krema ile ayni yaspasta gibi olmusmus :)



Bu arada uzun zamandir planlayip bir turlu deneyemedigim polaroid olayina da girdim sonunda, ama sadece photoshopta benimkisi :)

Ve gecen haftanin bir diger urunu “oat meal cereal prawn” yani “yulafli jumbo karides”. Bu yemek neredeyse Singapurun en yerel tabaklarindan biri. Sonunda deneme cesareti gosterdim ve Bingo!! Parmaklarimizi yedik superdi :)


Hava sicakligi yilin maksimumuna ulasti sonunda, yaniyoruz! O guzelim esintilerimiz gitti geceleri bile oflayip puflar olduk. Gecen yil bu aylarda da bu kadar sicakmiydi yoksa biz yeni geldigimiz icin anlayamamismiydik henuz?

Hintlilerden hala daha nefret ediyorum :) Bir de yalniz degilmisim benim gibi dusunen ama benim kadar koca ceneli olmadiklari icin pek dile getirmeyen insanlari gorup seviniyorum :)))

Simdilik bu kadar, bunu hemen yayinlayip kaciyorum zira aksam oldu burada.

Onumuzdeki Pazartesi yine resmi tatil, yani uzun bir haftasonu daha bekler bizi umarim o zaman uzun uzadiya yazarim biseyler.

Iyi davranin kendinize…
A.

Thursday, April 21, 2011

Dondurmayi sever idim…

Omrumde dondurmayi yaladiktan sonra yuzunu tiksinti ile burusturan cocuk gormedim ben. Zaten bu sahneyi ilk gordugumde anlamaliydim o dondurmanin birseye benzemedigini!

Bizim eve yakin metro istasyonundaki dondurmacidan bahsediyorum, daha dogrusu soya sutu dukkanindan! Hani daha once surada bahsetmistim “tavuklu sut” maceramizdan.

Iste orada soya sutunden yapilan dondurmalar ve diger yiyecek icecekler kapis kapis gidiyor. Hani kuyruktaki insanlari gorunce bir an diyorsunuz ki “hakikaten cok lezzetli birsey galiba” diye. Ammavelakin oyle olmadigini tadinca goruyorsunuz, bakiniz bizim tavuklu sut maceramiz…

O feci tecrube yetmezmis gibi uzerine dondurmayi yalayinca tiksintiyle yuzunu burusturan cocugu gordum, yok o da yetmedi (akillanmayiz biz) gittik koca kisisi ile “nasil birsey ki bak herkez aliyor bi denesek” diyerekten yaktik kendimizi…

Soyali dondurmanin tadini ne siz sorun ne ben soyleyeyim ama hakikaten harcanan emege, verilen paraya yazik!! diyorum. Dondurma bile bu kadar igrenc olabilirmiymis? Olabilirmis!

Herhalde o minicik bebek bosuna burusturmadi yuzunu degilmi! Hala daha niye gidip denersiniz o sacma seyi?!

Mustahak bize…

Wednesday, April 20, 2011

Bazen caresiz kalir insan

Hani cocukluk yillarinda olur ya, okulda, sinifta veya mahallede sorunlunun biri kafayi takar size. Fizyolojik ve psikolojik tacizlerin sonu gelmez. Rencide eder, tehdit eder, yeri gelir kaba kuvvet kullanir. Kisacasi size hayati zindan etmek icin elinden geleni yapar. Ve siz anlayamazsiniz o anda neden sizin basiniza bunun geldigini, neden hedef secildiginizi. Cunku birsey yapmamissinizdir o kisiye. Farkedemezsiniz o anda varliginizin neden bir tehdit olarak algilandigini. Karsinizdaki zorbanin sahip olmadigi, olamadigi ve hicbir zaman sahip olamayacagi bircok guzelligi hayatinizda ve benliginizde barindirdiginiz icin sizden nefret ettigini algilayamazsiniz…


Buyudukce degismez bu durum aslinda, sadece zorbalar ve zorbaliklar sekil degistirir. Siz basa cikmanin yollarini bulmussunuzdur belki, veya gormezden gelir zorbayi hedefinize kitlenirsiniz. Baska yollar bulursunuz kendinize yada gerektiginde savasirsiniz, cocuklukta oldugu gibi bir kenara sinmezsiniz. Sesi cikanlardan, gercegi soylemekten cekinmeyen insanlardan korktugunu bilirsiniz cunku zorbanin! Cunku o hep kacak dovusur, baska turlusunu bilmez. Mert degil namerttir! Yuzlesmeye cesareti yoktur, onun icin iftira atar, tuzak kurar, gizliden gizliye is cevirir ardinizdan…


Kendimi bildim bileli hep dogru bildigimi soylemisimdir, hakkimi yedirmemek icin mucadele vermisimdir. Ve iste hep bu sebepten dolayi 9. koyden kovulup 10. koye dogru yol almisimdir… Yine de vazgecmem, vazgecemem sanirim dogru bildigimi soylemekten, hakkimi savunmaktan. Iste bu sebepten son bir yildir “zorba” nin biri ile ugrasmaktayim is yerimde. Daha once bahsetmistim aslinda kisaca ama hic derinlere girip blog hatiralarini kirletmek istemedim bu anlamsiz hikaye ile. Bicak kemige dayandi…


Bulundugu yere hak ederek degil sans eseri gelen tum insanlarin davranisi ayni sanirim. Tek sucum “zorba” dan daha yeterli olmamdi… Kendi yetersizliginin ve beceriksizliginin faturasini bana kesmeye calisti. Patronluk taslamaya kalkti, yetersizligini yuzune vurunca gozunu kan burudu.


Tehdit etti, yilmadim… Sikayet etti, susmadim… Iftira atti, aldirmadim…


Su son bir yilda cok sey gordum ve yasadim, bazilarinin nasil insanliktan cikabildigine dair! Cogunlukla saskinligimi gizleyemedim, insan kotu olur ama nasil bu kadar kotu olabilir ve bir baskasindan nasil boylesine nefret edebilir aklim almadi. Son iki ayda isler iyice kontrolden cikti, “zorba” taktiklerinin benim uzerimde ise yaramadigini gorunce, benim sirtimi yere getiremeyecegini gorunce cildirdi, kontrolu kaybetti. Ve bana insanliktan cikmis birinin, gozu donmus birinin ne hallere girebilecegini gosterdi. Yalan dolan, tehdit, karalama, dedikodu, iftira, hirsizlik… Bunlarin hepsinin bir bunyede nasil bir araya gelebileceginin mukemmel bir ornegini gozler onune serdi.


Gectigimiz birkac hafta yine onun attigi iftiralardan kendimi temize cikarmakla gecti. Yoruldum hem de cok… Once “neden bunlar benim basima geldi, nerede yanlis yaptim?” diye sorguladim, sonrasinda “ne olacak simdi, nasil kurtulacagim bu beladan” diye. Simdilerde ise “acaba cekip gitmek en iyisi mi?” diyorum…


Emek verdigim seyleri ona birakip gitmek zor geliyor, kacarmis gibi… Lakin “elbet bulurum kendi yolumu, bu cileyi cekmeye deger mi?” diye dusunmekten de alikoyamiyorum kendimi. Hazirim velhasil gitmeye, ilk zamanlardaki gibi gitmek cezalandirilmak anlamina gelmiyor benim icin. Gonul yorgunlugu hicbir seye benzemiyor cunku, ve yasanan hicbir gun bir daha geri gelmiyor.


Dunku gorusmeye gore buyuk patron gitmemi istemiyor ancak ben gardimi aldim bekliyorum acaba ne zaman? diye…
Yani velhasil bazen gercekten caresiz kaliyor insan buyuse bile…

Tuesday, April 19, 2011

Kabağında bir sahibi var!

Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Derviş usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

"Vur usturayı berber efendi." der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş bir yandan da aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.

Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak;
"Kalk bakalım kabak derviş, kalk da tıraşımızı olalım" diye kükrer.

Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ne de olsa mahallenin kabadayısı, elinde silah astığı astık kestiği kestik. "Ne diyorsak o'' diye ortalıkta dolaşan bir belalı. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında sürekli aşağılar dervişi, alay eder. Kabak aşağı, kabak yukarı! Konuşur durur.

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.

Berber ise şaşkın; bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyari sorar: "Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?"
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: "Vallahi gücenmemiştim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!

******

Sevdigim hikayelerden biri, arada durup dusunebilmeli insan herseyin sahibi kim diye...

Friday, April 15, 2011

Singapur Kesif Turlari 3

Her ne kadar Singapur kucucuk bir ada olsa da gerek islerin yogunlugundan, gerek bizim tembelligimizden dolayi her kosesini gezemedik ilk aylarda, bizde yavas yavas inceliyoruz :)
Singapur kesif turlarinin daha once 1.si ve 2.si ni yazmistim, simdi sira geldi ucuncuye...
Gectigimiz haftasonu cok uzun zamandir planladigimiz ancak bir turlu gidemedigimiz "East Coast" ta bulduk kendimizi.

Bir suredir kocakisisi surekli soyleniyor (eh Istanbul cocugu olarak pek de haksiz degil tabii), bu ne bicim ada, hic deniz gorunmuyor, beni burada basiyorlar... gibisinden. Zira adanin neredeyse her yani liman, eh uzakdogunun en zengin ulkelerinden biri olusunun da bir bedeli var yani! Adanin dogru duzgun sahili ve denizi gorulen yegane yeri East Coast yani Dogu yakasi... Bizde gectigimiz hafta topladik piliyi pirtiyi attik kendimizi oraya :)


Dunya varmis, kocakisisi mest oldu bende tabii ki. Girmesek bile deniz, gunes, sahil... Denizin tuzlu havasi, uzaktan gorunen gemiler, hemen ilerideki havaalanina inen ucaklarin goruntusu pek bir mest etti bizi :) Karar verdik daha SIK gidecegiz adanin bize gore taaa obur ucu olsa bile.



Gunu mini golf ile tamamladik. Gunun en kotu suprizi biz yakin arkadaslarimizla gitmeyi planlarken son dakikada araya kendini zorla sokusturan bir diger cift oldu :( Sevmiyorum boyle emri vaki yapan, herseyi kendine hak goren tipleri! Keyfimiz oldukca kacmis olsa da, mumkun oldugunca eglenmeye baktik...

Kapali bir alanda hazirlanmis toplamda 18 delikten olusan mini golf alaninda Singapur'un ozel ve turistik yerlerinin minyaturlerini yapmislar genelde :)


Bazi deliklerdeki figurler hareketliydi, mesela asagidaki resim Singapur MRT yani metro sistemini gosteren bir sistemdi ve top bir delikten girip digerine kucuk bir metro ile ulasiyor :)


Sirasiyla Singapur kus parki ve limani;


Bu nedir neresidir bilemedim, zira burada kayak yapilacak ne dag var ne de kar :))) Belkide kapali bir salondur bizim henuz kesfedemedigimiz...


Havaalani cok eglenceli ve zordu, hicbirimiz sekiz vurusta tamamlayamadik. Ayrica ne yazik ki karanlik bir kosede oldugu icin isik yetersizdi ve fotograflari iyi cekemedim.


Benim en sevdigim deliklerden biri Singapur'da ki yerel yemek merkezlerini canlandirdiklari delikti :) O kadar sirin ve gercekci yapmislar ki, kucuk kucuk dukkanlari ve iclerindeki ayrintilari incelemekten adam gibi oynayamadim bile :))


Kapanis Singapur'un simgesi yari aslan yari balik heykeli "Merlion" ile yapildi...


Oldukca renkli bir kesif turuydu yine, tadi damagimizda kaldi en kisa surede gidip cimlere veya kumlara yayilip sessiz sakin bir gun gecirmeliyiz :) Bu arada yedigimiz ictigimiz kismini es gecmisim ama East Coast en cok deniz urunu restoranlarinin bulundugu bir mekan. Eh o da bir sonraki sefere artik :)

Herkese en guzelinden bir haftasonu diliyorum.
A.

Monday, April 11, 2011

Fincanda acan cicek; Cay

Uzakdogunun en guzel, bizim en cok sevdigimiz ve tum detaylarini ogrenmeye doyamadigimiz yanlarindan biri cay kulturu… Buraya ilk geldigim zaman cok sasirmistim cayi nasil farkli yontemlerle hazirlayip ictiklerine. Bizler alismisiz cayi demleyip icmeye. Daha onceki bir “tea house” yani cay evi deneyimimizi surada anlatmistim detaylari ile. Bu cay tatma seramonilerinden sonra arkadaslarimiz bize oldukca eski, yasli Cinli bir ciftin islettigi bir cay dukkanini tavsiye etti. Orayi kesfetmemiz ile Nirvana’ya ulasmamiz bir oldu :)

Dukkan Cin mahallesinin pek de turistik olmayan, aksine yerel halkin takildigi pazaryerinin iclerinde bir yerde, eski pusku ancak iceri giriverince dunyayi unutturan bir yer. Kocakisisi de ben de bayiliyoruz bu dukkana. Iceride her yanda birseyler var; Cin usulu demlikler ve cay kaplari, cay kutulari ve kavanozlari, cay diskleri - cay yapraklari disk haline getiriliyor ve kagitlara sarilip disk seklinde saklaniyor, eski zamanlarda insanlar bunlari ucuzken satin alir eskiyip degeri artinca satarmis bir cesit fon gibi yani :)Ve daha neler neler… Adim atacak yer yok dukkanin icinde ama biz buraya bayiliyoruz ve gittigimiz zaman canimiz disari cikmak istemiyor.

Her gidisimizde bir dolu cay alip mutlu mutlu eve donuyoruz. Gecen gidisimizde farkettim ki benim “Marie Antoinette” filminde izleyip “mutlaka denemeliyim” listeme ekledigim ama bir turlu bulamadigim cicek caylardan var bu dukkanda! Allahim o nasil bir sevinc nasil bir mutluluktur anlatamam :) Dukkanin icinde zip zip ziplamadigim kaldi bir tek. Tabii ki hemen cicek caylardan da aldik denemek icin.


Filmde Marie Antoinette fincanin icine koydugu cayin uzerine sicak suyu yavas yavas ekleyerek fincanin icindeki cicegin acilisini izliyordu… Iste bizde aynen oyle yaptik koca kisisi ile, ama Marie Antoinette’nin bizim gibi cigliklar atarak sevindigini, cicegin acilisini boyle coskuyla izleyisini hatirlamiyorum :) delimiyiz neyiz… Suyu yavasca ekledigimizde cayin yavas yavas acilisini, icerisinden cikan karanfilin guzelligini mumkun oldugunca fotograflamaya calistim iste boyle. Diyemem ki dunyanin en leziz ve harika cayi diye, ama sonunda benim de fincanimin icinde cicek acti ya, degmeyin keyfime…


Dukkandan ayrica “Jasmin Tea” aldik ve kesinlikle bizim favori caylarimiz arasinda ilk siralarda yerini aldi bu cayda. Bir cay bu kadar mi guzel kokar, bu kadar mi hafif bir aromasi olur, boyle mi rahatlatir ve mutlu eder insani… Bu cayin evimize girisi ile birlikte biz aksamlari Turk cayi demlemek yerine Jasmin tea icer olduk. Kocakisisi surekli elinde demlikle geziyor bu cay sebebiyle :)

Gectigimiz Cumartesi gunu de yine cayimiz bittigi icin cay dukkaninin yolunu tuttuk. Herzaman ki gibi Jasmin tea ilk oncelikle cantada yerini aldi. Ek olarak farkli cesitlerde cicek cay (birinin kuru hali kalp seklinde bayildim) ve yesil cay aldik. Normalde bizim yesil cay favorimiz Japon Matcha cayi, onun uzerine cay tanimam :) Ama burasi Cin dukkani oldugu icin Matcha yok tabii ki, bizde dukkan sahibi yasli amcanin tavsiyesine guvenerek farkli bir cesit yesil cay aldik denemelik, yapraklari igne gibi oldukca degisik birsey. Neyse deneyince bunlarla ilgili gozlemlerimi de yazarim artik. Birde ustune sagolsun yasli amca bizi pek sevdi, degisik cesit caylar da verdi deneyelim diye, deneyip gorecegiz bakalim nasil seyler…

Pazar gunu ise bir suru karmasa, telase, stres falan derken yine uzun zamandir planladigimiz ve hep aksattigimiz bir “Singapur Kesif turu” daha gerceklestirdik. Artik onu da yazarim bir ara fotograflari derleyince :) Haftaya yorgun ve uykusuz basladik yine :(

Velhasil benim caya degil kahveye ihtiyacim var su anda calisabilmem icin :) Guzel bir hafta dilerim hepinize…

A.

Saturday, April 9, 2011

Ve iste sen...

Tam 15 yil once bugun bezlerin icine sarilmis kucucuk bir surattan ibarettin seni ilk gordugumde… Hep soyluyorum yuzun sadece avcumun ayasi kadardi…

Bahar geldi seninle birlikte ve ben hayatimin “ilk” lerini yasadim seninle… abla olmayi ogrendim, paylasmayi ogrendim, kardes sevgisinin ne demek oldugunu ogrendim…

Minicik masum bir bebektin 16 yil sonra gelen… Heyecan ve merakla beklenen, hayatimizi degistiren, cok sevilen ve sevgiyle buyutulen…

Daha kirk gunlukken, evin ici insan dolu oldugu icin, ve benim ertesi gun sinavim varken sen uyumamakta israr ettigin icin benden fizik dersi dinleyerek uykuya daliyorsun ancak… Sanirim odur gercek sebebi bugun fizigi bu kadar cok sevmenin :)

Ve bir baska gun, pisik oldun diye kiyamadigim icin bezini baglamayan beni cezalandirircasina ustume cisini yapiveriyorsun :)

O miniminnacik suratin heryanini opucuklerle doldurup uyutmaya alistirdigim icin opulmeden uyuyamiyorsun, deli ediyorsun annemi, ve seni opmeyi akil ettiginde gozlerini kapayip ruyalara daliyorsun kadini atomu parcalamis kadar mutlu ediyorsun…

Evdeki tuyden horozdan deliler gibi korkuyorsun…

Diger bebeklerin aksine emeklemiyor yuvarlaniyorsun evin icinde…

Salondaki parkenin uzerinde yuzme ogreniyorsun :)

Hindistan cevizi tozunun posetini parcalayip tum hindistan cevizlerini basindan asagi kahkahalar esliginde yagdiriyorsun… Sonrasinda ise bukle bukle saclarinin icinden bir hafta hindistan cevizi parcalari ayikliyoruz, buram buram hindistan cevizi kokuyorsun…

Yerde yuruyen bocegi bir saplakta bayiltip isik hiziyla agzina atiyorsun, ben yetisene kadar da yarisini sindirime gondermis oluyorsun…

Minicik bir cocukken flutun icine doldurdugun bezelyelerle konusup annemi korkutuyorsun… Uzerine birde benden ogrendigin borazan ciceklerini anneme anlatip, gelmeden kulagima fisildamislardi benim diye kandirip kadinin ciddi ciddi tirsmasina sebebiyet verebiliyorsun :)

Bizi “koftem, baligim” diyerek seviyorsun, ne kadar cok sevdigini anlatabilmek icin…

Salatanin icindeki misirlari ayiklayip yiyorsun ne kadar kizdigimizi bile bile…

Anaokulunun ilk gunu sanki hicbirsey olmamis gibi sinifa girip oynamaya basliyorsun, ogretmenin bile sasiriyor ne kadar hazir! oldugunu gorunce…

Merakindan heryeri eseleyip kurcaliyorsun, dogustan meraklisin sen! Gittigimiz tatilde odanin kurcalanmadik yerini birakmayip en sonunda kafam kadar buyuk bir gumus kolye buluyor ve onu boynuna takip geziyorsun tum tatil boyu :) Ve annem tarafindan “olu g.tunden cop cikaran” unvani ile odullendiriliyorsun…

Daha e-mail adresimi acarken tepemde dikilmenden anliyorum aklindan gecenleri ve “sakin ha!” diyemiyorum… Sonuc olarak gordugun yalan yanlis sifre ile mail adresimi hakliyorsun!!

Kitap okumaya bayiliyorsun tipki benim gibi ve iste bambaska bir dunyayi paylasmaya basliyoruz o zaman seninle… Saatlerce okudugun kitabi ve karakterleri tartismaktan haz aliyorsun…

Ben uzakta olmadigim nadir zamanlarda gece yattigimiz yerden sohbet ediyoruz bol bol, kikirdesiyoruz abla kardes, hatta bazen abartip kahkahalar atiyoruz gecenin bir vakti…

Tavuk olduruyoruz ekranda, sen hep benim odullerimi kapiyorsun…

Sana getirdigim pembe kulakliklarini nereden aldigini soran kiza “ablam Paristen getirdi” dediginde kizin “hih onlardan pazarda da var” deyisine anlam veremeyecek kadar iyi niyetli bir cocuksun…

Balayina bizimle birlikte gelmeye kalkiyorsun :)

Mantari hic sevmiyorsun “ne sebze ne hayvan, ne oldugu garip bir besin yemem ben onu” seklindeki bilimsel argumanlarinla bizi delirtiyorsun…

Diger tum cocuklar ve gencler gibi Converse denilen bezden ayakkabiya bayilip yaz kis giyiyorsun…

Tum genckizlar gibi bir unluye asik oluyorsun ve hatta Edwirt diye sayiklayip “abla vampir olsam ne guzel olur” gibi anlamsiz laflarla beni sasirtiyorsun… Ayrica normalde asla bloguma koymayacagim su fotografi koymak durumunda birakiyorsun beni :)

Cizimlerin ile beni hayrete dusuruyor ve bir o kadar da sevindiriyorsun…


Tum kardesler gibi ablanin kiyafetlerini giymeye calisiyorsun, hatta benim bile ozel davetlere giydigim dekolteli bluzlarimin gundelik hayatta giyebilecek kadar sana yakistigini zannedip annemle kavga ediyorsun…


Ergenlige girip 25 yasina kadar cikmamaya karar veriyorsun :)


Durustlugun ve bol gonullulugun her zaman takdir gormedigini aci tecrubelerle ogreniyorsun…


“Ask” ve “ask acisi” ne demek ogreniyorsun…


Herkesi dostun sanip, her dostunun senin basarilarina sevinecegini umut edecek kadar saf ve cocuksun hala… Ve hayatin bu kotu yuzunu gorup “hayatin anlami” diye sorgulayacak kadar tecrubesiz…


Kafa goz yara yara, duse kalka sende ogreniyorsun hepimiz gibi hayatin zorlu yollarinda yurumeyi…


Ve bugun tam 15 yasinda oluyorsun…


Iyi ki dogdun guzel gozlum…

Friday, April 8, 2011

13 Baykus

13 Baykus ile tanistiniz mi?

Eger tanismadiysaniz yazik olur diye dusundum ve hayranlikla izledigim bu blogu paylasmak istedim sizlerle...

Fazla soze gerek yok bence, cizimler herseyi anlatiyor... Burcak inanilmaz guzel seyler yapiyor :)

Eger daha fazlasini merak ediyorsaniz bloga buradan ulasabilirsiniz: 13 Baykus
Dondurma kaplarindan sanat eserleri yapiyor mesela... Protesto icin gordugum en guzel cizimlerden biri...
Ve kardesimi mutlu eden o harika kitap ayraci... (Tekrar ellerine saglik Burcak)







Ben bu kiz figurlerine bayiliyorum...




Bu da harika bir diger kitap ayraci... veya dort tane kitap ayraci :)



Ve baykuslar... Bloga girdiginizde heryerde gozunuze carpacak olan renk renk, cesit cesit baykuslar...



Hepinize en guzelinden bir haftasonu diliyorum simdiden...

Saturday, April 2, 2011

Sessiz sakin

- Konserve bile olsa yaprak sarmasi... memleketimden ezine ve hellim peyniri... anne eli degmis gibi olmasa bile agizda eriyen incir receli... ince belli bardakta halis muhlis Rize cayi... yillar sonra taa buralarda tadina vardigim ve vazgecemedigim salamura yesil zeytin... ve birde uzerine bol kopuklu "Mehmet Efendi" Turk kahvesi ve onun o muhtesem kokusu...

Anlasilacagi uzere guzel bir kahvalti ile basladi haftasonu. Sansliyiz memleketten 10 bin kilometre uzakta tum bu saydiklarimi ve daha fazlalarini bulabildigimiz icin. Insan uzakta olunca hersey daha bir kiymetli oluyor, memlekette yuzune bakmadigi veya bakmayacagi seyler burada altin degerinde oluyor. Mesela market rafinda Turk mali zeytinyagi gorunce cok yakin bir dostunu gormuscesine sevinip uzerine atliyor zeytinyaginin, siseyi eline alip seviyor sanki kirk yillik dostuymuscasina ve gozlerinin ici guluyor ona kavustugu icin :) Veya dolabi actiginda dolapta duran kornison tursularini ve salcalari gormek ona mutluluk veriyor her seferinde :)
Gurbette olmak belki karsidan iyi hos ama burada olanin yuregini yoruyor, burnunun diregini sizlatiyor iste biraz...

- Sessiz sakin bir cumartesi geciriyorum bugun, zavalli kocakisisi ise gitmek zorunda kaldi :( Bende uzun zamandir yapilmasi gereken ufak tefek isleri ele aldim yavas yavas hallediyorum. Hani aslinda en fazla 15 dakikanizi alir normalde ama bunun gibi birsuru seyi ertelediginiz icin kocaman bir liste olur da altindan kalkamazsiniz ya. Iste o listeyi yavastan azaltayim dedim hazir firsat bulmusken :)

- Sanirim hic haber okumamamin ve televizyona dokunmamis olmamin cok buyuk yardimi var bugunun sessiz sakin gecisinde :) Sadece bir suredir okuyamadigim bloglari okudum bol bol. Avrupa ve Amerika'li blogculari Easter telasesi almis gidiyor, nasil rengarenk dekorasyon ve yemek fikirleri var ozendim. Ve tabii birden aklima dustu Almanya... Heryer Easter cikolatalari ile doludur simdi ve ben sanirim Milka'nin yumurta kartonu icindeki cikolatadan yumurtalari kasiklamayi cok ozledimmmm...

- Yeni gezi girisimleri icerisindeyim, yuppi hala plan yapabilme cesaretine sahibim :)))

- Plan dedim aklima geldi pazartesi gunu tam bir yildir planladigimiz Pilates'e basladik HL ile. Kararliyiz artik her pazartesi gidiyoruz!

- Gili'den getirdigimiz kirik mercan parcalarini temizleyip cam bir fanusa koydum sonunda :) Oyle guzel oldular ki, acaba biraz daha buyuk fanus alsam da icine ufak sus baliklari da koysam diye dusunmeden edemiyorum :)





- Bu fotograflari gorunce erteledigim baska birsey geldi yine aklima, gecenlerde bir sitede gordugum "Photo of The Day" (yani gunun fotografi) uygulamasi cok hosuma gitmisti, acaba yapsam mi? diye halen daha dusunuyorum... Belki gunluk olamaz ama benimki de haftalik olsun :) Hem belki bahanesi ile fotografciligimi gelistiririm biraz.

Guzel gecsin haftasonunuz :)
A.

Friday, April 1, 2011

Balik kafasi corbasi ve bir cocukluk sendromu

Uzun zamandir soyle eglenceli bir Cuma yazisi yazmamisim onun icin tam zamanidir buradaki maceralarimizi anlatmaya devam etmenin. Gecenlerde bloglari dolasirken gozume carpti iforev anlatiyordu ilk “Fish head curry” yani balik kafasi corbasi denemesini, benimde aklima birden anilar geldi haliyle. Dusundum o zaman neden yazmamisim bunu hic, sonradan farkettim ki o zaman blogum bile yoktu ki.

Singapur’a ilk geldigimiz gunlerdeydi, hatta sanirim ilk hafta. Ben daha ise baslamamisim, henuz otelde kaliyoruz ve tum gun SIKINTI dan patliyorum o zamanlar. Daha yeni gelmisiz ya bir aksam esimin patronu bizi yemege davet etti, maksat tanismak olsun, bir nevi hosgeldiniz yemegi. Hem de Hint restoraninda! Eh davete icabet etmemek olmaz tabii ki, birkac gundur gordugumuz tum yemekler yuzunden artik yemek saati geldiginde “eyvahhh ne yiyecegiz” modumuzda olsak bile sesimizi cikarmadan gittik tabii. Cok meshur bir restoranmis deyince kocakisisi bende susleneyim biraz dedim haliyle, demesinler bu adamin ne pasakli karisi varmis diye. Zaten saclarim nemden dolayi yatismiyor, her biri bir tarafta papaz gibiyim :) Neyse efendim suslendim abartmadan, birde o anda bavulumda duran tek topuklu ayakkabilarimi gecirdim ayagima, ama ne topuk!! Sadece uzerinde durmak icin yapilmis yurumek imkansiz.

Meshur restoran deyince bende zannediyorum ki luks bir yere gidecegiz, restorana gittik ki ne gorelim oyle agacliklar arasinda kohne bir bina, masalar bahcede, ben topuklularla zor yuruyorum… O da yetmedi kultur sokuna yiyeceklerle devam ettik! Oncelikle onumuze tabak yerine muz yapragi geldi!! Catal bicagi da goremeyince dedim “eyvah bizde hintliler gibi on parmak dalacagiz yemegin icine” ancak sansliydik dalmadik :))) Simdilerde iyice alistik bu goruntulere ama ilk zamanlardaki saskinliklarimizi, korku dolu gozlerle kocakisisi ile birbirimize bakislarimizi, ayip olmasin diye ogurmemeye calisarak agzimizdaki “sey” i yutmaya calismalarimizi – hahaha kac kere yasandi bu sahneler kimbilir - unutamayacagim. Eh dogal olarak da uzakdoguda ki ilk haftamizda tabak yerine muz yapragi gormek oldukca dumura ugratmisti bizi. Birde ustune cevremizde kuru – sulu her yemegi sadece elleri ile yiyen insanlari gormek!!! Anlatilmaz yasanir diyorum :)

Sonrasinda yemekler ismarlandi. Ilk zamanlar kultur sokunun bir diger parcasi da burada konusular ingilizce oluyor. Kesinlikle ama kesinlikle birsey anlamak mumkun degil :) Kendilerine ozel oyle bir aksanlari var ki anlayabilene askolsun, hele hele yeniyseniz! Hatta sirf bu aksan yuzunden “English” yerine “Singlish” deniliyor burada, onlarda farkinda zira :) Iste bu sebepten konusulanlarin yarisini kacirdim ben, yemek ismarlanirken de pek karisamadim zira adini bildigim hic yemek yok :) Sadece arada “cok aci olursa yiyemem” dedim onu hatirliyorum :D

Az sonra yemekler gelmeye basladi, unutmadan sunu da soyleyeyim burada yemek kulturu de oldukca farkli. Restorana veya birlikte yemek yemeye gidince kendi tabaginizi ismarlayip onu yemiyorsunuz sadece, paylasiyorsunuz herseyi!! :))) Evet bu da bir diger soktu bizim icin, zira tum yiyecekler ortaya geliyor herkes oradan tabagina aliyor, ben onu yemem bunu yemem yok pek. Zaten bu adamlar her buldugunu yiyor ya! o da ayri mesele :) Neyse dedigim gibi yemekler gelmeye basladi, once muz yapragimizin ustune pilav geldi, daha dogrusu haslanmis, icinde turlu baharatlar olan tatlimsi bir pirinc. Ardindan elinde kocaman bir canak ve kepce ile bir adam yanasti masaya, adamdaki renk ve tipi gorseniz on gunluk yola kacarsiniz zaten :)) Ben daha aman o ne dur diyemeden fos diye kepceyle yogurtlu salatalikli vicik, cacigimsi birseyi bosaltti benim muz yapragina :))) Bir guzel karistimi bunlar pirinclerle! haslama pirinc oldumu sana islak lapa! Yetmedi ustune birkac tane daha boyle ne idugu belirsiz karisim getirip koydumu!!

Onumde duran manzara aynen su; Masaya dosenmis gazete! uzerinde muz yapragi’nin icinde haslanmis pirincle kaynasmis rengarenk sivi-kati ne sebzesi oldugu bile belli olmayan yiyecekler… Hani orda o muz yapragini durum yapip isirmaya baslasalar icindekilerle birlikte hic sasmayacagim :D Bu arada ortaya baska yemekler de geldi, gozlememsi seyler, etler, sebzeler falan… Bir yandan bakiyorum hangisi yenilebilir cinsten diye! O sirada kucuk toprak gibi bir kap geldi kapakli, birisi kapaga uzandi acmak icin, ben o sirada korku ve endise dolu gozlerle bakiyorum acaba icinden ne cikacak diye…


******


Zaman: 90’li yillarin ilk yarisi

Mekan: babaannem ile dedemin evi

Ortaokul zamanlari o zamanlar, hani su ergenligin tavan yaptigi “herseyi ben bilirim” diye herkese tepeden bakarak ortalikta gezdigimiz ama aslinda hicbir b.k bilmedigimiz zamanlar… ezik zamanlar yani :)

Toplanma sebebimiz ne bilmiyorum, zira cok gitmeyiz biz babaannemlere yemege, ya ramazan yemegine davetliyizdir ya da birilerinin gelin yemegine!! Ama bugun gibi hatirladigim en onemli ayrinti o gun babamin mutluluktan ne yapacagini sasirmis olduguydu. Zira Iznik golu kiyisinda kucuk bir koyde buyuyen babam icin babaannem o gun cok cok ozel bir balik yemegi hazirlamisti. Yillardir hep methini duydugumuz, babamin cok ozledigi ve anlata anlata bitiremedigi “Erikli Balik”… Kucugum ve ergenim ya ayrintilara dikkat etmemisim, yemegin nasil birsey oldugunu babam ballandira ballandira yuzlerce kez anlattigi halde dinlememisim :) Heyecanla bekliyorum o meshur yemegi, baligi da severim hani yani. Derken tencere gorundu ufukta, geldi masaya kondu ve kapagi acildi…


Herhalde omrum boyunca unutamam o sahneyi; kirmizi salcali bir suyun icerisinde yuzen kocaman bir balik kafasi!! Benimkilerle yarisir boydaki dislerle dolu agzindan firlamis dili ve donuk gozleriyle bana bakan bir balik kafasi!!


Oraya kustum mu, o aksam ne yedim, o anda ne tepki verdim hic animsamiyorum. Ama cok iyi animsadigim tek sey var ki asla ve asla o balik corbasini yemedim!! Ya da nam-i deger erikli baligi.


******


Zaman: 2010 Subat sonu Mart basi

Mekan: Singapur da bir Hint restorani

Kaldigimiz yerden devam… Toprak kap acildi ve gordugum manzara beni birden yillar onceki o geceye goturdu; salcali bir suyun icinde sebzelerin eslik ettigi bir balik kafasi!!

Yok yok kesin yukarida bir yerlerde ozel bir birim var bana bu sacma sapan oyunlari hazirlayip, sonra da saskinligimi izleyip gulen :) Bizim “erikli balik” gelmis burada “fish head curry” olmus, ama ne fayda yine de yenilesi birsey degil. Ayip olmasin diye catalin ucuyla kucucuk bir parca alip “hmmm cok guzelmisss” numarasi cekip, sonra da baligin benden yana bakan donuk gozlerine bakmamaya calistim tum gece boyunca :)))

Iyi gecsin haftasonunuz :) A.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails