Tuesday, December 24, 2013

Bizden haberler...

Cok uzun zaman olmus ben buralara ugramayali, 4 aydan fazla olmus ben bile sastim...
Blogu yabani otlar filan basacakmis neredeyse :)
Bir suru yeni seyler oldu hayatimizda bu sure icerisinde, anlatmaya nerden baslasam bilemedim simdi.


Oncelikle Singapur'dan ayrilma karari aldik. 3 senelik maceramizi noktalayip yeni maceralara yelken acmak lazim degil mi ;)
Hep soyluyorum, bir sehre alismaya baslayinca o sehirden tasinma zamanimiz gelmis demektir. Hani "Cikolata" filmindeki gibi sonbahar ruzgarlarimiz yok gitme vaktinin geldigini belirten ve bizi alip goturen, ama bizim de kendimize gore isaretlerimiz var tabi :)
Simdi neredesiniz derseniz, memleketteyiz...
Memleketin bol bol tadini cikariyor ve onumuzdeki aylarin planlarini yapiyoruz simdilik.

Burada olmadigim surece arayan soran herkese kocaman sevgiler ve selamlar, endise etmeyin buralardayiz herhangi bir sorun yok cok sukur :)
Blog yazmayi ve okumayi inanilmaz ozlemisim, simdi arayi kapatmak ve blog alemlerine dalmak lazim :)
 
Bizden haberler boyle, peki ya sizden ne var ne yok?
 

Wednesday, August 21, 2013

Tutku meyvesi ya da Carkifelek meyvesi

Tropik sebze ve meyvelerden bahsetmeyeli uzun zaman olmus :)
Gecenlerde bir iki mutfak blogunda denk gelince aklima dustu yine "yazacaktim unuttum!" dedim kendi kendime.
Passion fruit yani tam tercumesiyle "tutku mevyesi", turkceye evrilmis ismiyle "carkifelek meyvesi" imis.
Nereden cikti simdi bu derseniz...

Gectigimiz aylarda ogrendim ki Passiflora surubunun ozunu olusturan passiflora cicegiymis. Passiflora surubu hepimizin bildigi gibi - bildiginizi umuyorum :D - bitki ozlu ve sakinlestirici etkisi olan bir surup. Passiflora cicegi neymis diye internette arastirirken birde baktim ki passiflora cicegi tutku meyvesinin ta kendisiymis!
Cicegini goruverince anladim tabii neden Turkce karsiligini Carkifelek meyvesi oldugunu :)
Nasil hos bir cicek bakarmisiniz guzelligine...




Aslinda ilk kez Almanya da denk geldik tutku meyvesine, ama o zaman hic sevmemistik. Pek tadi tuzu yoktu (Avrupadaki tum diger tropik meyveler gibi). Hatta kesince icindeki karma karisik goruntuden dolayi adini "maymun beyni meyvesi" koymustuk :))

Singapur'da kocakisisinin cok severek yedigi bir meyve oldu tutku meyvesi. Tadi biraz eksimtirak oldugu icin ve icindeki cekirdekleri daha sonra midemi rahatsiz ettigi icin ben pek sevmiyordum. Ancak oyle bir aromasi var ki deginmeden gecemeyecegim! Bu kucucuk meyvenin damakta biraktigi hos tad ve kokusu inanilmaz.



Nasil yendigine veya nasil tuketildigine gelince...
Oncelikle dis kabugunun rengi saridan kahverengi veya mor renge donmeli. Dis kabugu sert degilde yumusamis ve hafif burusmus olursa daha bir makbul. Ben bu meyveyi yumurtaya benzetiyorum hep, dis kabugu sert ici de oldukca akiskan. Sirf meyve olarak tuketmek icin o sert kabugunu ikiye bolup icinde kalan sivi kismi kasiklamak en uygun yolu :)  Ancak yurtdisindaki en yaygin kullanimlarindan biri cesitli tatlilara, soslara ve iceceklere karistirmak oluyor. Ozellikle aromatik kokusunun tatlilarda etkisi bambaska oluyor benden soylemesi ;)



Monday, August 19, 2013

Kiraz Zamani - Memleket Halleri

Aylar suren suskunlugun ardindan yeniden duzenli olarak yazmaya baslamak ne zormus meger! Onlarca sey olup biterken bir turlu elim erip bloga yazi yazamiyorum.

Bilgisayarimdaki fotograf dosyalarini toparlarken cikti bunlar ortaya, taa Mayis ayindan kalma... Firsat bu firsattir deyip oturdum bilgisayarin basina :)

Memleket ziyaretimiz sirasinda yillardir yapamadigimiz, aklimizda kalan, icimizden gecen ne varsa yapalim dedik, hazir zamani da bu kadar genis tutmusken. 
Kocakisisi bir Istanbul cocugu olarak (cogu Istanbul cocugu gibi) hayatinda hic köy gormemis! Ben bu cumleyi soyleyince Bursa da aile efradini cogu sasirip "hic mi??" diye sordu durdu, o yuzden ekran basinda sizde sasirdiysaniz sakin sasirmayin :) Istanbulun tasi topragi altin diye diye gocenler sagolsun Istanbul ve cevresinde ekilecek arazi mi birakmis ki gorsun cocuklar. Oyle iki uc meyva agacindan veya uc bes ekili sebzeden bahsetmiyorum, tam tekmil köy hayatindan bahsediyorum. Eh durum boyle olunca dedik ayiptir, Bursa ovasinda onca koy varken (sukur hala daha var ama bir 10 yila kalirmi mechul) ve yaninda bizlerin de aile bireylerinin bir kismi hala daha koyde yasarken gitmemek olmaz :)

Mayis ayi sonuydu, ozellikle kiraz ve visnelerin mevsimine de denk getirdik ki hem kocakisisinin en sevdigi meyvalardandir visne hem de kiraz yemeye hasret kalmistik Singapurda 250 grami onlarca dolar oldugu icin.

 
Koyun girisinde kisa bir mola verip dut agaclarinda kalanlari talan ettik oncelikle :) Sonrasinda da sagolsun koyde hala oglu ve ailesi karsiladilar bizi. Oncelikle gulduk eglendik, bol bol muhabbet sohbet ettik, oturduk bir guzel karnimizi doyurduk. Köy insaninin misafir perverligi ve guzelligi bir baska oluyor, davranislari baska, ictenlikleri baska, hatta yemekleri bile bambaska... Bizim icin donatilan sofrada yedigimiz taze fasulyenin tadina doyamadik mesela, o nasil lezzetli nasil guzel bir fasulyeydi, zannedersem dunyanin en taze "taze fasulyesi" idi :)

Sonrasinda dediler haydi bahceye gidelim kiraz ve visne toplamaya. Tarla bayagi bir uzaklikta, ayrica yok oyle arabayla falan gitmek, zaten arabayla gitmek istesen bile gidilmez ki, bildigin dag tepe. Traktorun arkasina romorku taktilar haydi dediler dolusun traktore. Dayim hala oglunun yanina traktorun tepesine tunemis, dedik dusmeyesin tekerlerin altina :) Annemle yengem de romorkun on kisminda bulunan oturma yerini kapmislar mi! Bize kaliyor romorkun icine oturmak. Dedim haydi bakayim siz romorkun icine, orasi en mevki ve manzarali yer, biz oturucaz kocakisisi ile :)) Nasil bir cadalozum ama kendi kendime sastim :) Zavallilar boyunlari bukuk romorkun icinde yerlerini aldilar "biz gorduk gormedikler otursun" diyerekten.

Sonrasinda yaklasik 15 dakikalik bir yolculukla ulastik kiraz ve visne agacinin oldugu tarlaya. Ancak yol boyu oyle gulduk oyle eglendik ki kocakisisi ile anlatamam. Yollar dag tas koy yolu oldugundan tangir tungur gitmek zorunda kaldik. Zaten romork tepesinde oldugumuz icin de araba koltugu konforu aranmaz ancak oturdugumuz yerden dusmemek ve tekerlerin altinda kalmamak amaciyla bayagi bir efor sarfettik. Yol boyunca da ikinci fil turu vakasi mi yasiyoruz diye bol bol gulduk hani :)
Yollarin tangir tungur olmasinin yani sira essiz bir guzellik ve manzara da ayaklarimizin altinda seriliydi yalniz. Tutunup dusmemekle mesgul oldugum icin o ucsuz bucaksiz ve guzel manzaralari fotograflayamadigim icin pek bir uzgunum hani, neyse belki bir sonraki sefere artik.


Dedigim gibi 15 dakikalik bir traktor yolculugu sonrasi vardik tarlaya. Agaclarin her biri gencecik koylu kizlari gibi dogal ve guzeldi, kirmizi kirmizi suslenmis gibi, insan bakmaya doyamiyor. Tabii bak bak bir yere kadar :)) Kendimizi tutamayip (ve hatta tutmayip) daldik kiraz agaclarina :) Kirazi agacindan yemenin tadi da bir bambaska oluyor! Once yemekten sisip gobeklerimizden ayaklarimizi goremeyecek hale gelene kadar kiraz yedik sanirim. 


Sonrasinda da yanimizda goturdugumuz meyve kasalarini topladigimiz kirazlarla ve visnelerle doldurduk.


 
 
Aksam uzeri kiraz yemekten yorulmus ve yorgunluktan bitmis olarak tekrar traktore atlayip donduk geriye. Yolda durup ayciceklerine, uzum baglarina ve bugday tarlasina bakmayi, armut agaclarini talan etmeyi de ihmal etmedik tabii :)

Eve donunce yeni dogmus onlarca hindi yavrusunu severken hala oglu dedi ki "siz esas yeni dogan buzagimizi gormediniz". Bu lafi duyup da gormememiz mumkun mu! Her ne kadar "yok siz giremezsiniz agila, ustunuz basiniz kokar, her yer b.k icinde" deseler de itiraz dinlemedik girdik agila :) Iyi ki de girmisiz yoksa bu pembe burunlu ufakligi gorme sansimizi kaciracaktik. Tabii agila girdigimiz icin agil efradi diger hayvanlarin bize inat mi yoksa sevgi gosterisi (!) olarak mi bilemem, bol bol pislemeleri ve uzerimize sinen cis kokusu da gunun hatirasi oldu :)


Yazmiyorum yazmiyorum, yazmaya baslayinca da duramiyorum sanirim :)
Oldukca uzun olmus bu yazi yine, yakinda yine devam edecegim simdilik bu kadar...

Thursday, August 8, 2013

Iyi Bayramlar






Seker tadinda bir bayram diliyorum herkese...
Icinde bol miktarda mutluluk olsun, huzur olsun, muhabbet olsun, kahkaha olsun...
Ee daha ne olsun degil mi :)

Saturday, August 3, 2013

Bir Turkun amigurumi ile imtihani: Capul canavarlari




Gezi parki olaylari hakkinda yazmadim, yazamadim bir turlu...

Sanirim Twitter yolu ile takip etmek kolay, oturup bloga yazmak zor geldi. Yasananlari bizler degil ama tarih yazacak bana sorarsaniz bundan yillar sonra, anlatilanlar da pek guzel seyler olmayacak ne yazik ki :(

Bu ulkede hayat yok derken kullerinden yeniden dogabilen, haksizliga karsi bas kaldirip sesini cikarabilen insanlarin hala daha var olmasi ileriye donuk umutlarimi yesertti yeniden.

O guzel insanlar o guzel atlara binip gitmemis yani...



Uzun zamandir denemek istedigim ama bir turlu vakit bulamadigim "amigurumi" isine girdim o siralarda. Amigurumi ne demek, kufur mu ediyorsunuz demeyin sakin :)) Amigurumi Japoncada tig isinden oyuncaklara verilen isim. Bende ilk firsatta en kolay olanindan ogrenmeye ve yapmaya basladim. Ve iste ilk denemelerim olan "Capul canavarlari" karsinizda :) Olaylarin sicakligi ile gundeme uyuverdiler hemen. Nasil olmuslar? 

Bu arada amigurumi isine el attigimda bizim evin tig ustadi annem oldugu icin annemi de bir miktar ugrastirdim hani yani. Yok o ilmek nasil olacak, yok bu ipi nereden gecirecegim falan diye. Tabii sacma sapan diyaloglarimiz da olmazsa olmazlardandi, soyle ki...

Bu amigurumi isi dunyada oldukca yayginlasmis hatta ticarete dokulmus durumda. Mesela bu sirin oyuncaklar icin kendiliginden vidali, batmaz, kopmaz gozler mevcut. Oyuncaklar genellikle hayvan veya canli seklinde oldugundan goz sart tabii :) Daha onceden bu aksesuarlara Singapur'da ve hatta internette bircok yerde rastladigim icin cok yaygin oldugunu farzediyorum ben! Lakin Turkiye'de oldugumu gozden kaciriyorum. Zaten anneme bile amigurumi sozcugunu ogretene ve kufur olmadigina inandirana kadar canim cikti :)))


Ben:Anne bana bu amigurumi gozlerinden lazim ama simdi, nerden buluruz?
Annem: Boncuk falan dikiver goz yerine
Ben: Off anne ya boncuk olmaz, onlarin ozel gozleri var boyle vidali falan.
Annem: Bilmem carsiya cikinca bak yunculere veya boncukculara
Ben:Ya anne kesin yoktur oyle birsey, baksana sen bile soyleyemiyorsun daha adini adamlar ne bilsin amigurumi gozunu
Annem: Ammi-gir-ruu-mu bak nasil bi soyluyorum iste!
Ben: Super soyledin valla kirk yillik Japon gibisin :)
Annem: Dalga gec sen daha dalga gec! Sen carsiya cikinca sor adamlara vardir belki gozlerden.
Ben: Pardon anne ama nasil sorucam? Dusun simdi, carsiya cikip kendi halinde isini yapan yuncu adamlarin dukkanina giriyorum ve "pardon sizde amigurumi gozu varmi" diye soruyorum. Adam "ne diyorsun sen abla o ne bicim bir kufur!" demez mi!?!
Annem: ahahahahahahaha... boncuk dik sen en iyisi


Durum boyle olunca da amigurumi gozu yerine dugme dikmeyi uygun buldum :))
Var midir tanidiginiz bildiginiz amigurumi gozu satan dukkan :D

Sunday, July 28, 2013

Pazar Keyfi

Balkonda oturup adalar manzarasina karsi cayini yudumlamak gibisi yok...
Hele hele cayin yaninda Eti Cin varsa :) 
Daha once soylemismiydim Eti Cin'e bayildigimi. Gurbettekiler yaprak sarma, simit, sucuk falan ozlerler hep ben Eti Cin hasretiyle yandim. Neyse ki benim gibileri dusunup simdi 10'lu paket yapmislar da, kolay kolay bitmiyor :)

Adalar demistim degil mi...
Su siiri paylasip balkon keyfime geri donecegim hizlica.


Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, 
her gün aynı yoldan yürüyenler, 
yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, 
giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, 
tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar,
beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, 
gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği 
küt küt attıran bir demet duygu yerine 
“i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler,
bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, 
hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, 
okumayanlar, müzik dinlemeyenler, 
gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, 
kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, 
ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, 
daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, 
bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, 
bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, 
anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.


Pablo Neruda


Guzel ve huzurlu gecsin gununuz...

Follow my blog with Bloglovin

Tuesday, July 23, 2013

Kalbim Ege'de Kaldi...

Tek kelime yazmadan gecen iki koca ayin ardindan hizlica bir giris yapayim dedim :)
Uzatilmis tatilimiz son surat devam ediyor lakin buralardan uzak kalisimin tek sebebi bitmek bilmez tatil modumuz degil de haftalardir bozuk olan bilgisayarimin gazabina ugrayisim idi...
Neyse ki tamir oldu ve ben hasretle dondum blog alemine :)


Uzunca bir Ege gezisinden geri yeni geldik...
Deniz, kum, gunes uclusune doyamadik desem saskinlik yaratmaz herhalde, kim doyabiliyor ki?
Ege denizinin tuzlu suyunun ve mis kokan zakkumlarin etkisinden henuz kurtulamadan, siz bu satirlari okurken yine ufak bir yolculuga cikiyoruz universite askimiz Ankara'ya dogru...




Goz acip kapayincaya kadar geri donerim, anlatacaklarim birikti nede olsa, yakinda buralardayim yine :)
Gorusmeyeli sizlerde ne var ne yok peki?

Friday, May 24, 2013

Memleket Halleri - Bursa'dan devam

Yaklasik1 ay onceydi, havalarin tam yeni yeni isinmaya ve baharin gelmeye basladigi gunlerdeydi bizim Gölyazi'ya gidisimiz. Hani baharin en canli en piril piril zamani olur ya, tum agaclar cicekler rengarenktir... iste oyle bir zamanda dolu dolu gezdik Gölyazi köyünü.
Gölyazi Uluabat gölü kiyisinda ufak sirin bir köy. Daha once hic gitme sansim olmamisti, havalari da guzel goruverince haydi gidelim dedik, koyulduk yola. Cok da iyi ettik, hafif tepelik bir yoldan göle ve köye dogru inerken guzel bir manzara karsiliyor insani.


Bir diger yandan da uzaktan Uludag'in zirvesinde henuz erimemis karlari gormek mumkun.


Daha Gölyazi' ya girmeden yolda "Aglayan Cinar" tabelalari karsiliyor gelenleri. Aglayan Cinar ne ki diye bir goz atalim dedik ancak agacin agladigi falan yoktu tabii :) Megerse cok cok yasli bir Cinar agaci imis, yillarin yorgunluguna dayanamayip yana bukulmus, insanlarda ona Aglayan Cinar demisler...

Bana kalirsa Aglayan Cinar'dan sa köyün kendisi cok daha guzel ve gorulmeye degerdi. Yalniz tek bir kotu nokta vardi ki hava guzel diye pilisini pirtisini toplayan gelmis, heryer insan kayniyordu. Insan demek kirlilik demek, insan demek yagmalamak demek, iste o sebepten uzulduk biraz. Umarim köyün bu en dogal hali bozulmaz zamanla.


En cok köyün evlerine bayildim ben :) Hala daha kerpicten, derme catma ama tam anlamiyla köy evi olan evlere...










Birde evlerin onundeki, sokaklardaki o ufacik ama rengarenk detaylara bayildim :) Fotograf cekmek icin bulunulmaz bir firsatti herbir sokak, herbir ev.






Sokakta oynayan cocuklarin guzelligi de bir bambaskaydi, gozleri gormuyor dunyayi dalmislar oyuna. Ortalikta insanlar geziniyormus, anneleri onlara sesleniyormus ve hatta tavsanin ayaklari suda islanmis... Dunya umurlarinda degil, onlarin keyfi kimsede yoktu valla :)


Ve Gölyazi da herbir sokak göle variyor :)





O sokaklarin göle kavustugu noktalardaki manzaralar, suyun uzerindeki yansimalarin herbiri ise birbirinden guzeldi, izlemeye doyamadim.






Neredeyse her sokaktaki leylek yuvasi ve bize baka baka ucup gelip tepemizdeki yuvaya konan bu leylekler de bir tesaduf olmasa gerek! Eh leylegi havada gorduk gezelim bari biz biraz :))


Iste boyle... Gölyazi'yi cok sevdik biz.
Olurda firsatiniz olur, yolunuz duserse mutlaka ugrayin derim henuz dogalligini kaybetmemis ve bozulmamisken.

Guzel bir haftasonu olsun hepimize :)

Thursday, May 23, 2013

Hediye almak ne guzel :)

Gecenlerde writetomeoften in blogunda karsilasmistim Ofix.com urunleri ile. Gectigimiz haftalarda Gökhan bey ile iletisime gectigimizde kocaman bir hediye paketi gondermis sagolsun, icinden cikanlari gorunce agiz kulak mesafemin sifirlandigini soylememe gerek yok sanirim ;)


Ozellikle benim gibi kirtasiye urunlerine duskun kisiler icin birebir, fiyatlari da oldukca uygun tabii. Yurtdisinda daha onceden buldugum ancak Turkiyede bulamadigim bircok urunu de bu sitede buldugum icin daha da bir hosuma gitti sanirim. 
Firsatiniz olursa bir goz atin derim ;)

Tuesday, May 21, 2013

Istanbul Halleri 2

Gecikmeli de olsa devam etmekteyim Istanbul turumuzu anlatmaya...
Malumunuz havalar iyice isindi dolayisi ile hepten evde durmuyoruz, gezmekten yazamiyorum :) 

Blogu uzun zamandir takip edenler bilir bizim maceramiz, basimiza gelen sacma sapan olayimiz eksik olmaz :) Geldigimizden beri aman hicbir sacmalik olmadi falan diye dusunuyorduk ki seytanin bacagini kirdik!
Soyle ki...

Istanbul gezisi oncesinde Lale abla ile kahvalti icin sozlestik. Kadikoyde bulustuktan sonra Seyhan kitapcisinin (bilen bilir eminim) en ust katindaki terasta yerimizi aldik kahvalti icin. Manzara mis gibi, gunes acmis, keyiflerimiz yerinde sanki kirk yildir birbirimizi taniyormusuz gibi sohbetteyiz... lakin isin icinde biz varsak birseyler ters gitmeli degil mi?


Tam muhabbeti koyulastirmis birde afiyetle su gordugunuz leziz kahvalti tabagini mideye indirmekle mesgulduk ki "sarrrr" diye tepemden asagiya camur gibi birsey akti! Sadece tepemden olsa neyse, kahvalti tabaklarimiz da komple mahfoldu!
E peki neydi o diyorsunuz simdi eminim!
Kendisi 5 dakika oncesinde bizim kahvaltimiza dalmaya calisan ve bizim israrla kovaladigimiz kargaydi! Zannedersem hayvana bir parca bile yiyecek koklatmadigimiz icin olsa gerek hincini bizden bu sekilde aldi ve tepemize pisleyip kahvaltimiza essiz bir nokta koydu. Ilk birkac dakika neye ugradigimizi sasirdik zaten, ishal bir karga tarafindan odullendirildigimizi anlayamadik yani :))) Hani hayvani tutup elinizle SIKSANIZ oylesine pislik fiskirtamaz o derece yani!

Neyse efendim kahvalti tabaklarini yenileyip muhabbetimize kaldigimiz yerden devam ettik e haliyle de bol bol gulduk olanlara - olan benim cekete oldu, butun gun kumesten kacmis gibi koktum! Lale ablaya da macera dolu sacma sapan hallerimizden canli bir ornek gostermis olduk :) 

Tadi damagimizda kalan bu guzel ve macerali bulusma sonrasinda bir sonraki sefer yeniden gorusme planlari yaparak Lale abladan ayrilip kendimizi Eminonu vapuruna attik.


Bol bol fotograf cekip denizin, gunesin tadini cikardik vapurun guvertesinde...



Ayakkabi cilginligima yenik dusup memlekete gelir gelmez ilk aldigim biyikli babetlerimde fotograf makinasindan payina duseni aldi :)) Eh onlari da paylasmadan gecmeyeyim hani :))


Bir onceki gun gezdigimiz Galata kulesini birde karsidan izledik...


Kiz kulesini birkez daha ekledik "gidilecekler" listemize, ama ancak bir sonraki sefere.


Ve Eminonu'ne vardik... hic degismemis kalabaligi, isine gucune kosusturanlar bir yanda, seyyar saticilar diger yanda, turistler ise heryanda :)


Ilk duragimiz Yeni Cami oldu. Ancak sabah solumdanmi kalktim nedir terslikler bir turlu yakamizi birakmadi. Tam hevesli hevesli birkac poz cekmistim ki fotograf makinamin ekrani kararmaya basladi! Once pek onemsemedim ancak Misir Carsisina girip o birbirinden guzel ve renkli tezgahlari, baharatcilari cekemeyince uzuntumden aglamakli oldum.


Fotograf makinamin keyfi ancak aksam uzeri biz Sultan Ahmet Camii'ne yani nam-i deger "Blue Mosque" a varinca biraz yerine gelir gibi oldu. Daha dogrusu her turlu ayariyla oynadigim icin biraz fotograf cekebilir hale getirdim.




Ayaklarimiz agrimaya ve midelerimiz guruldamaya baslamisti ki kendimizi Tarihi Sultanahmet Halk koftecisine attik! Kofteler lezizdi :)) Soylemismiydim bilmiyorum kocakisisi kendi sehrinde pek bir guzel tur rehberi pek bir iyi ev sahibiydi, zira hem gezip gorduklerimden, hemde yiyip ictiklerimden pek bi memnun kaldim :))


Kendimize kofte ziyareti cektikten sonra ara sokaklari dolasmaya devam ettik. Yuruye yuruye kendimizi meshur Bab-i Ali caddesinde bulduk ve ilk anda gozumuze kestirdigimiz daha once kocakisisinin bile bilmedigi eski bir osmanli mezarligina daliverdik. Once mezarligi dolastik biraz, zira kimler yoktu kimler, sehzadeler, hatunlar ve damatlarin yani sira Ziya Gokalp'in de mezari cikiverdi karsimiza.

Kahvelerimizi de orada ictikten sonra yorgun ve argin bir sekilde gunu boylece tamamlayip karsi kiyiya dogru yollandik




Ertesi gun kahvaltidan sonra ilk isimiz Kadikoy'de ki Cafer Erol pastahanesine ugramak oldu.
Bayiliyorum boyle rengarenk ve tatli seylerle dolu yerlere :))


En cok da vitrini kaplayan cesit cesit badem ezmelerine hayran kaldim, herbiri birbirinden guzel ve lezzetli gorunuyor bakarmisiniz sunlarin guzelligine insan yemeye kiyamaz ;)



Eh badem ezmesi ile kahve keyfi yapmamak olmazdi hani :))



Kahve keyfi sonrasinda yine eminonu tarafina yollandik bir onceki gunden yarim kalan birkac ufak isimizi halletmeye - yok yok isportaciliga falan baslamadik, hergun o tarafa gidisimiz ondan degil :))

Bir onceki gun gezemedigimiz Sirkeci Garina attik kendimizi...
Nedense ben bayiliyorum tren istasyonlarina. Gerci Haydarpasa ile kiyaslaninca daha kucuktu ama o eski dokusu hala daha yerindeydi.



Sanirim encok Sirkeci garinin icindeki bu eski lokanta da aklim kaldi. Bir sonraki sefere diyerek onu da listemize ekledik tabii :)


Birde kedilerine bayildim Sirkeci Gari'nin...


Istanbul turumuzu devami yakinda diyerek simdilik boyle noktaladik, umarim en kisa surede kalanini da gezip fotograflayacagiz bol bol :)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails