Tuesday, May 31, 2011

Son zaman haberleri

Son zamanlarda atil bir durumdayim…


- Yapilacak dunya kadar isim var bense aylaklanip duruyorum
- Yapilacaklar listeleri yapip yapip hicbirini tamamlamiyorum, birkac gun sonra eskisinden uzun yeni listeler hazirliyorum
- Planlar yapip sonra iptal ediyorum
- Usenip gidecegim yerlere gitmiyorum
- Havaleli gibi surekli uyuyorum :)))
- Blogumla da ilgilenemiyorum
- Yazilacak onlarca konu var, yazayim diyorum ama yazmiyorum
- Eklenecek resimleri ekleyip yazilarini yazmiyorum, yarim kalanlari tamamlamiyorum (Bkz: Bangkok gezisi)




Durum vahim velsahil, bir bosvermisliktir gidiyor su gunlerde hemde en deliler gibi kosturuyor olmam gereken zamanlarda! Herseyin planli programli oldugu, hicbirseyi unutmadigim ve hatta ihmal etmedigim o duzenli hayatimi kim aldiysa geri verebilirmi lutfen?! Zira bu yeni durumla pek basa cikamiyorum :)


Hayatin kosturmacasi azalmiyor artiyor ama benim aklimdaki tek sey bembeyaz kumlarla kapli bir kumsalda sessiz sakin uzanip kitabimi okuma fikri…


En iyisi ben gidip yuzume bir su carpayim da kendime geleyim :)))


Dip not: Haydi ben bu durumdayim da diger blogculara ne oldu, pek bir sessiz ve tatsiz mi ortalik yoksa bana mi oyle geliyor? sanki cogunlugun eli yazmaya gitmiyormus gibi...


Daha bir dip not: geri sayim basladi son 23 gun…

Wednesday, May 25, 2011

Bangkok Gezisi 1. Bölüm

Ne cok resim cekmisim, resimleri duzenlemekten yaziyi yazmaya halim kalmadi :) Bangkok gezimizi anlatmaya basliyorum, uzun olacak diye uyarayim her zamanki gibi zira cenem biraz dusuktur bilirsiniz :))

Daha oncede bahsettigim gibi aslinda sorunsuz ama benim pipiriklerimle dolu "aman salladi, yok simdi sallayacak" seklinde iki saatlik gayet temiz bir ucus sonunda vardik Bangkok'a. Bu sefer hic denemedigimiz Tiger Airways'i deneyelim demistik ve oldukca memnun kaldik. Tiger Airways de Asyadaki ekonomik havayollarindan biri, oldukca kaliteliymis ve en onemlisi temiz bir ucustu.


Aslinda sabah saatlerinde yola ciktigimiz icin, ucus da iki saat suruyor diye ogleden sonra Bangkok'u gezmeye baslariz diye dusunmustuk ama gittigimiz yerin buyuk sehir oldugunu hic hesaba katmadik tabii! Otele varisimiz aksamustunu buldu ne yazik ki. Halbuku trafik sorunu cok kotu diye ozellikle metro ile otele vardik ama yine de oldukca vakit aldi.
Otelimiz oldukca izbe ve salas gorunumlu caddeler arasinda 4 yildizli bir oteldi. Sonradan farkettik ki bu izbe ve pis goruntu aslinda sehrin tamamina hakim bir goruntu. Ancak otelden memnun kaldik, hele ilk girdigimizde yatagin uzerinde bizi bekleyen bu havludan file bayildik :) Nasil yapilmis bir sure cozmeye ugrastim ama nafile :)))


Biraz soluklanip kendimizi disariya atmaya karar verdik, hem karnimizi doyurur hemde sehir hakkinda biraz fikir sahibi oluruz diye. Gitmeden onceki arastirmalarimiza dayanarak "Sukhumvit" bolgesinin turistik bir yer olduguna ve yemek yemek icin uygun mekanlar bulunacagina karar verip oraya dogru metro ile yola ciktik.
Sukhumvit duraginda metrodan inip cevreye soyle bir goz attik ama bahsedildigi gibi turistik mekanlar pek goze carpmiyordu ne yazik ki. Metro istasyonu oldukca yogun bir kavsagin ortasinda, etraf cok katli isyerleri veya alisveris merkezleri ile dolu idi. Ustune birde tam aksam saati ve is donusu olmasi sebebiyle oldukca kalabalikti onun icin biran afalladik kaldik :) Yemek yeme icme icin uygun gorulebilecek tek yer sokak saticilariydi! Bangkok'da "street food" denen sokak yiyecekleri cok meshur. Her kose basinda bir el arabasi veya tezgah uzerinde mangali yakmis ne oldugu belli olmayan etleri pisiren insanlar gormek mumkun. Pislikten ve hijyenden bahsetmeyecegim bile, zira hijyen aranacak en son yer uzakdogu :) Ama sunu da belirtmeden gecmeyeyim ki Bangkok bu gune kadar gordugumuz en pis! uzakdogu sehriydi diyebilirim. Vietnam bile cok daha iyiydi.

Bunlarda bahsettigimi sokak saticilari iste...




Tam o sirada bizim gibi turist olduklari heryerlerinden belli olan ama bizden daha tecrubeli gibi gorunen birciftin kararli adimlarla biryere gittigini farkettik. Kocakisisi "dur bak bunlar biliyor gibi gel peslerine takilalim belki restoranlarin oldugu bolgeye cikariz" deyince bizde peslerine takildik yavasca :D

Boyle sacmalik yaparsan basina neler gelebilir diye dusunmek lazim tabii ki :)) Cunku yaklasik 10 dakika sonra kendimizi neon isiklarindan gorunmeyen bir caddede bulduk!
Yolun sagli sollu iki yani da barlarla dolu idi. Barlardaki musterilerin cogunlugu Asyali olmayan orta yas ve uzeri erkekler! ve karsilarinda, bos masalarda, cadde kenarinda dizi dizi Taylandli genc bayanlar veya travestiler!! Tabii biz bir an afallayip o sokaga girmis bulunduk acaba turistik kisim burasi mi diye :)) Baktik ki bizim gibi turistlere pek hitab eden bir yer degil burasi, yani en azindan adamlarin hicbiri karilarini elinden tutmus gezmiyor ortalikta :) Eh zavalli kocakisisininde sen git ben kalayim deme sansi olmadigini gore :D


Geri donup daha once arkadaslardan birinin tavsiye ettigi yeni acilmis alisveris merkezlerinden birine dogru yola koyulduk. Ilk gece icin lokal bir yerlere takilma ve cevreyi gorme cabalarimiz sonucsuz kaldi ne yazik ki. Singapur'dan pek de farkli olmayarak alisveris merkezindeki food court'da yedik yemegimizi. Neyseki ortam temiz, yemekler lezzetli ve Singapur'dan cok daha ucuzdu. Sonrasinda da soyle bir goz attik etrafa. Inanilmaz guzel pastalarin bulundugu bir reyonun onunden ayrilamayinca ben, kocakisisi minik bir pasta almak zorunda kaldi bana :) Sonra cok guzel bir baharat ve cay dukkani kesfettik, ancak cok yorgun oldugumuz icin bir ara tekrar bu dukkana ugramak uzere kendi kendimize soz verip otelin yolunu tuttuk. Donuste metro istasyonunun duvarinda su "ampul kafa" reklamini gordum ve paylasmadan edemedim :D


Otele kendimizi attiktan sonra cayin yaninda bu guzel pastayi mideye indirdik yatmadan once :)

Ic ses: sonra birde soyleniyorsun kilo aldim diye! ye sen ye boyle homini girtlak ye!!



Ertesi sabah erkenden uyandik, maksat sarayi ve bilimum tapinaklari gezmek. Yola cikmadan once kaldigimiz otelin balkonundan cevreye bir goz atayim dedim. Gorunen manzara icler acisiydi. Yokluk ve sefilligin uzerine birde inanilmaz bir pislik ekleyin, iste gordugumuz tam anlamiyla oydu...


Bir yanda yepisyeni, cok katli binalar yukselse de sehrin geneli inanilmaz izbe ve pis. Sokaklarda yururken ayaklariniz mutemadiyen camur oluyor.


Kahvaltidan sonra kendimizi hemen disari attik ve ilk is olarak kendimize 3 gunluk metro karti aldik. Her seferinde ayri ayri odemektense bu kart cok daha hesapli ve kullanisli turistler icin. Ve kartimizla saraya en yakin metro istasyonuna dogru yola koyulduk.
Bu arada en cok dikkatimi ceken seylerden biri taksilerin genelde pespembe olmasiydi. Pembe hastasi bir insan olarak buna bayildim iste ben :)) Birde buradaki "tuk-tuk" lar Phukettekilerden daha farkliydi. Bangkok daki tuk tuklarin hepsi bizim triportor dedigimiz aractan yapilmisti. Ama ne kadar teklikeli kullandiklarini bildigimiz icin hic yanasmadik denemeye. Zaten yolda yurumeye calisirken bile tuk tuk soforu yada taksi soforu sizi yoldan cevirmeye calisiyor. Bu israrlari ve turist kaziklama hevesleri yuzunden insan daha da uzak duruyor.


Vardigimiz metro istasyonu tren garinin hemen dibi olunca tren istasyonuna bakmadan gitmeyelim dedik. Zira iyi ki girmisiz cunku Bangkok'da para bozdurmak inanilmaz cile! Birde bizim gibi haftasonu gidip acik banka da bulamayinca ikiye katlaniyor bu eziyet. Tren garinda acik doviz burosu gorunce birkat daha sevindik iceri girdigimize.


Icerisi kalabalik ve tren saatini bekleyen insanlarla doluydu. Sanirim cogu tren gari birbirine benziyor bir nebze. Aslinda bizimkilerden pek de bir farki yok insanlar disinda, bizde kimse yerlere boylesine sere serpe uzanmaz evinin salonunda oturur gibi :)


Kocakisisi birde platformlara goz atalim dedi. Ogrencilik yillarindan hatirasi var, heryerde Haydarpasa'yi ariyor ama nafile :) Platformlar ve trenler inanilmaz kohneydi. Tabii fotograf cekmek icin ideal bir mekandi o ayri...




Garda isimiz bittikten sonra bir taksiye atlayip "Grand Palace" a yani saraya dogru yola ciktik. Bu arada taksicilere mutlaka taksimetreyi ac demek gerekiyor, yoksa bilerek acmiyorlar ve kafasina gore birkac kati para aliyorlar!! Saraya vardigimizda bekledigimiz gibi ortalik oldukca kalabalikti. Giris kapisinda kilik kiyafet kontolu oldugunu daha onceden okudugum icin yanimda iki sal goturmustum biri elbisemden acik kalan kollarimi ortmek icin kendime, biri de kocakisisinin kapri pantolonuna sorun cikarirlarsa beline dolamasi icin ona :) Ancak burada isi abartmislar ne yazik ki! Benim uzerimdeki sala olmaz dedikleri icin kocakisisinin cantasindaki kalin hirkayi giymek zorunda kaldim o sicakta! Kocakisisinin kapri pantolonuna da olmaz dediler ve oradaki kiyafet ofisinden kiyafet kiralamak zorunda biraktilar bizi.
Ancak daha sonra baktim ki Thai lilerin cogu boyle kiyafetlerle iceri giriyor kimseyi dinlemeden. Birde turist rehberleri demezmi eger rehber ayarlarsaniz kiyafet kiralamak zorunda degilsiniz diye!! O da endustri olmus yani, turistlerden para koparmak icin bin turlu sekle sokuyorlar kendilerini. Bizde inatla kendimiz gezecegiz dedik. Iceri girince de uzerimdeki hirkayi cikarip salimi sardim, kise de birsey demedi!

Saraya giris ucreti 350 THB (Thai bath) oldukca makul bir fiyat. Hatta bu alinan biletleri saklarsaniz bir hafta suresiyle sehrin biraz disindaki yazlik saray ve daha bir suru muze filan icin gecerliymis.




Saray oldukca gorkemliydi ve heryeri isil isil parildiyordu. Tabii bu parilti temizlikten veya yenilikten degil suslemelerden dolayi :) Heryer dore kapli. Gezdigimiz yer iki kisimdan olusuyordu, ilk kisim daha cok dini agirlikli binalarin ve tapinaklarin oldugu kisimdi. Hatta benim ayri biryerde bulundugunu zannettigim "Emerald Budha" da burada imis gorunce anladik. Ikinci kisim ise saray binalarinin ve hanedanligin bulundugu yer.

Neyse ben daha fazla anlatmiyorum, zaten resimler kendilerini anlatiyor bol bol :)








Tum detaylar, ince iscilik beni buyuledi diyebilirim. Saray gercekten cok gosterisliydi, sehrin kendisine tezat...





Bu da gorecegim gunu sabirsizlikla bekledigim, dunyanin 7 harikasindan biri "Angkor Wat" in minyaturu idi.


Eh dini bir mekan olur da monklar etrafta olmazmi. Hatta kocakisisi dayanamayip onlarla fotograf cektirdi birde :)



Heykellerin yani sira tum duvarlar eski hikayeleri anlatan resimlerle doluydu. Resimler ve islemeler buyuleyiciydi ama isik sorunu sebebiyle cok iyi cekemedim ne yazik ki, sadece birkac tanesi... Oradaki bir rehber baska bir gruba anlatirken dinledim hikayelerin bir kismini, her resmin ayri bir hikayesi var; iyi gunler, savas zamani, savas zamani gelip herkesi kurtaran super maymun gibi :))





Insanlar dua ederken...


Bundan daha once de bahsetmistim sanirim, insanlar dilek tutup buda heykelinin uzerine incecik altin varaklar yapistiriyor. Yapisinca mi dilekleri oluyor yapismayinca mi bilemiyorum :) Ama o pirtik pirtik altinlar ve heykeller ilginc duruyor.


Burasi da Emerald Budha'nin bulundugu binanin onu. Insanlar kocaman bir canagin icine ellerindeki cicekleri daldirip sonrada baslarindan asagi cicekteki sulari silkeliyorlardi. Iceride resim cekmek yasak, zira cok matah birsey de yok kucucuk cam bir kafesin icinde bir buda var ben iceri girince aman bu neymis dedim disari cikinca anladim onun emerald budha oldugunu, kocakisisi gormemis bile onu :)))


Daha sonra baska bir kisma gectik, iste burasi sarayin ve hanedanin gercek binalarinin bulundugu kisimmis. Anladigimiz kadariyla her yeni kral bir bina yaptirmis ama su anda cogu kullanilmiyor veya ancak resmi davetler icin falan kullaniliyor. Hanedan uyeleri nerede diye merakimiz uyandi. Kral zaten uzunca bir suredir hastahanedeymis. Digerlerinin yasadigi kismin da bizim uzaktan gordugumuz ancak girise izin verilmeyen, kapisinda silahlari dolu askerlerin bekledigi bir diger kisim olduguna kanaat getirdik.







Uzunca bir turdan sonra ayaklarimiza karasular inmis vaziyette kendimizi oradaki cafe benzeri yere attik. Eskiden olsa yuzune bakmayacagimiz ama buralarda iyice alistigimiz "young coconut" yani taze hindistan cevizlerimiz ile kendimize bir ziyafet cektik. Hic bu kadar buyugune denk gelmemistik, hem suyu inanilmaz ferahlaticiydi hemde ic kismi inanilmaz doyurucu. Hatta aksam yemegine kadar acligimizi oldukca bastirdi. Birde o kadar istahla yemis olmaliyiz ki gelip gecen herkes once bize bir bakip sonrada gidip kendilerine birer tane aldilar :)))


Grand Palace ve Emerald Budha gezimizi boyle tamamladiktan sonra kalan vaktimizi pek de uzak olmayan Wat Arun ve Wat Pho tapinaklarini gezerek degerlendirmeye karar verdik. Sarayin kapisinin disina cikinca yurume mesafesindeki tapinagin hangi yonde oldugunu kestiremeyince elimizdeki haritayla bogustuk dursuk bir sure.

Iste bu Bangkok'da yapilacak en buyuk yanlislardan biri! Zira elinde haritali birilerini gorunce bir suru insan ususuyor tepenize "nereye gitmek istiyorsunuz", "tuk tuk lazim mi? veya taksi lazim mi?" gibisinden. Onlari savusturduktan sonra sarayin yan kapisinda bekleyen bir bayan yaklasti yanimiza, bize yaka kartini gosterip "ben sarayda gorevliyim buyrun ben yardimci olayim nereye gitmek istiyorsunuz" dedi. Bizde yon sormaktan birsey cikmaz diyerekten gidecegimiz tapinagin hangi yonde oldugunu sorduk. Bize yolu gosterdi gostermesine ama o tapinagin saat 3'ten sonra acik olmadigini ve gormemizin mumkun olmadigini ekledi. Ve bize surekli acik olan 700 yillik ve yeni renove edilmis bir diger tapinagi onerdi, yanisira iki farkli tapinagi daha. Biz zaten kafamiz karismis durumdayken bakin ben surdan size bir arac ayarlayayim, normalde turistsiniz diye sizden daha cok isterler ben kendi dilimde konusup kisi basi 20 Bath gibi bir ucrete ayarlarim diye iyice beynimizi sulandirdi. Ve biz o karisiklikta kendimizi bir tuk tuk'un icinde bulduk.


Benim "hayatta binmem ben buna cok tehlikeli ve hizli suruyorlar" itirazlarimi da "endise etmeyin cok yavas kullanacak" sozleri ile bertaraf ettikten sonra biz tuk tuk ile yola cikmis bulunduk!

Once kadinin bahsettigi 700 yillik tapinaga gittik. Hicbirsey yoktu acikcasi pek fazla oyalanmadan oradan ayrildik. Sonraki hedef Big Budha idi. Ancak tuk tuk surucusu neredeyse hic olmayan ingilizcesi ile "jewelery shop" ve "to see" diyerekten bizi turistleri kaziklamaya calisan ve gorebileceginiz en ucuz mucevherlerin bulundugu bir dukkana goturdu. Kadin bundan bahsetmemisti diye homurdanarak mecburen dukkani gezmek zorunda kaldik. Bizi kapida ellerini ovusturarak karsilayan dukkan sahiplerine mucevherden hoslanmadigimi ve kullanmadigimi anlatirken canim cikti. Ama isik hizi ile hicbir mucevhere bakmadan (nasil bir kadinsam bende!) turu hizlica bitirince onlarda ikna oldu sanirim birsey almayacagimiza.

Biz bir sonraki durak Big Budha diye beklerken bu seferde karsimiza dusunebileceginiz herseyi bir gunde diktiklerini soyleyen bir terzi dukkani cikti!! Ne oldugunu anlamadan buraya da girmek zorunda kaldik. Yilisik ve bizi yolunacak kaz olarak goren saticiya takim elbise giymedigimizi, onun icinde ne kadar ucuz olursa olsun almamizin bir anlami olmadigini anlatmaya calisarak enerjimizi tukettik ve neredeyse kacarcasina ciktik o dukkandan da. Iyice sinirlerimiz gerilmis bir modda artik Big Budha ya gitmek istedigimizi soyledik surucuye. Ancak nafile! adam bizi bir baska mucevherciye goturdu. Birde ustune yarim yamalak ingilizcesi ile arsizca tembihlemezmi cabuk cikmayin iyice gezin diye!!!
Saticilarin neredeyse suratina bakmadan ve hicbir soylediklerini dinlemeden hizlica turlayip kendimizi dusari attik ama sinirlerimiz iyice gerilmisti. Kavga cikarmayisimizin en buyuk sebebi sehrin hangi kosesinde dahi oldugumuzu bilmemek ve surucunun tum kollarindaki binbir cesit dovmelerdi sanirim :D Hatta bir ara kocakisisine "bizde sofore parasini vermeyiz madem bizi kazikliyor" dedigimde, "adamin elindeki dovmeleri suratimda mi gormek istiyorsun sen" diye cevaplayisi bunun kanitidir :)))

Ha bu arada o dukkandan cikista kenarida hediyelik esya kisminda cesit cesit aromali sabunlar bulduk ve onlardan aldik kendimize. Birseyler aldigimizi goren surucu bizi resmen sorguya cekmezmi "ne aldiniz, kaca aldiniz" diye ancak sabun aldik dedigimizde ne aldigimizi dahi anlayamayacak kadar kotu bir ingilizcesi oldugundan surekli mucevher diye sayikladi durdu. Sonrasindada bizi baska bir dukkana goturmeye calisinca kararli bir sekilde artik Big Budha'ya gitmek istedigimizi, baska dukkan gezmek istemedigimizi soyledik. Zira kandirilmaktan ve gordugumuz bu sacma sapan muameleden canimiz SIKILMISTI. Sinirlenen sofor bizi ucurarak Big Budha'nin uzaginda bir yerde silkeledi. Aslinda anlasmaya gore bir ucuncu tapinak daha gezecektik ama ne biz gormek istiyorduk nede o bizi tasimak istiyordu. Parasini verdik ardina bile bakmadan uzaklasti!

Bizde boylece Bangkok'daki ilk gunumuzde kandirilmis ve aldatilmis olduk. Ancak biz yine iyiymisiz daha sonra ogrendik ki birkac kez ustuste kandirilanlar doluymu ortalik. Olan gunun geri kalanina ve goremedigimiz tapinaklara oldu! Hala daha dusunuyorum acaba o tapinaklar saat 3'te kapanmiyordu da kadin bizi kandirdi mi acaba diye...



Neyse Big Budha'da da bisey yokmus, oyle koskoca bir buda dikmisler mahalle arasi gibi bir yere, tek ozelligi o. Ama cevredeki mahalleler inanilmaz izbe ve dokuluyordu. Soyle bir turlayip uzaklastik oradan. Zaten hem gorulmeye deger birsey yoktu hemde aksam olmak uzereydi.

Birde su asagidaki kavanozlar dikkatimi cekti. Olunce yakildiktan sonra kullerini tapinakta tutmak icin oldukca yuksek bir miktarda para oduyormus insanlar. Garip...


Simdilik bu kadar...
Bir sonraki bolumde yemek kursu, Bangkok'un meshur pazarlari ve tekne turu ile bu geziyi sonlandiracagim umarim :)
A.

Wednesday, May 18, 2011

Biten tatil ve atlatilan bir ucus daha

Evimize donmus bulunmaktayiz :)

Mutluyuz, huzurluyuz ve rahatiz cok sukur... Basimiza olmadik sacma sapan birseyler gelmedi bu kez :)

Tarihi mekanlar hala gozlerimizin onunde, thai mutfaginin aromatik tadlari ve kokulari hala damagimizda, guzel anilarla (kotuleri de yok degil tabii) ve birsuru fotograflarla geri donduk.

Umarim en kisa surede gezi yazisini ve fotograflari hazirlayabilirim, sanirim en erken haftasonu olur zira isler yiginla bekler beni :(


Bu arada onceki yazinin yorumlarinin cogu kaybolmus :( Mail adresimde gordugum halde blog sayfasinda yok, kusura bakmayin yayinlayamiyorum, benim sucum yok diye not dusmek istedim. Tesekkurler hepinize guzel dilekleriniz icin :)


Birde farkettim ki Bali gezisi sonrasi ucak korkum gittikce artmis :( Hani oncedende endiselerim yok degildi ama bu kadar kotu degildim, rahatca yemek yer uyurdum falan. Anlasilan o ki Bali yolundaki o "dusus" oldukca hasar birakmis bende, dilerim zamanla gecer zira yol boyu stres hic cekilmiyor :(

Vesilesiyle aklima geldi paylasayim dedim, Ayse Arman'in bu konuda yazdigi bir yazi, ilk okudugumda demek ki tek sorunlu ben degilmisim demis ve cok gulmustum. Bizde aynen bu durumdayiz kocakisisi ile birlikte :D Daha dogrusu o gayet "cool" hic bozuntuya vermiyor ve beni sakinlestirmeye calisiyor genelde. Ama ucagin tekerlekleri piste degdigi andaki rahatlamamizi anlatmam mumkun degil zaten her seferinde dedigimiz ilk laf "en iyi ucak yerdeki ucaktir", veya yol boyu fisir fisir hatim indirip her sallantida sararmis yuzlerle birbirimize bakislarimiz gorulmeye deger eminim hahahaha. Simdi guluyorum ama o anlarda hic komik olmuyor tabii. Yolda da aklima geldi bu yazi, ama ne yapayim yine korktum yine korktum :))



HAVAALANINA yaklaşırken...

İçime bir sıkıntı çöküyor.

Biri sanki ümüğümü sıkıyor.

Biri sanki boğazımda oturuyor.

Offf yine mi aynı şey!

Sürekli gökyüzüne bakıyorum.

Kötü değil, en kötü senaryoları yazıyorum.

Yağmur mu var? Yandım.

Rüzgâr mı? Bittim.

Aşağıda yağmur yağıyorsa, yukarıda fırtına olur.

Uçağı oradan oraya savurur.

Eyvah ki ne eyvah!

Türbülansın biri bin para herhalde.

O kadar çok uçuyorum ki, eeee bu kadar zorlarsan şansını, belanı bulursun!

Yoksa bugün, o gün mü?


*


“İç sesini dinle Ayşe!

”Sezen Aksu inermiş mesela.

Sen hiç binme istersen!İç ses çünkü “Binme, uçma!” diyor.

Ama bu benim iç sesime de güvenilmez ki, hep aynı şeyi söylüyor.

Fakat çaresi yok.

Bineceksin.

Aslına bakarsan havayolu, en güvenli ulaşım yolu.

Gitmen gerekiyor.

Kızın seni bekliyor.

Sen korkusuz bir annesin.

Yapacaksın.

Ayyyy hayır, lodos arttı.

Ya kızın toptan annesiz kalırsa?!

O anda ne istiyorum biliyor musunuz?

Biri, çip gibi beynimi çıkarsın, Dubai'ye indiğimde geri taksın...


*


Havaalanında millerimle ekonomiyi business'a çeviriyorum.

Tek sebebi, ön taraf daha az sallıyor.

Arka taraf ejderhanın kuyruğu gibi.

Ne zaman türbülansa girsek, hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor.

Ve “tek kişilik komedim” başlıyor.

Uçağa binmeden, önüme gelen herkese, önce kontuardakilere...

“Fırtına varmış, öyle mi? Büyük mü? Hava rüzgârlı da. Sallar mı çok?” diye soruyorum.

Neredeyse kendi uydurduğum hava durumuna kendim inanacağım.

“Yoooo” diyor kontuar görevlisi, “Bizim öyle bir şeyden haberimiz yok...

”Bir başkası, “Ayşe Hanım bu kadar uçuyorsunuz... Hâlâ mı korkuyorsunuz?” diyor.

“Korkmak durumu açıklamıyor, ödüm patlıyor” diyorum.

Biri atlıyor, “Valla geçen sefer size hayret ettim. Yanınızda çocuğunuz olmasına rağmen o havada atladınız gittiniz...”

“Ne vardı ki havada?” diyorum.

“Fırtına alarmı verilmişti” diyor.

İyi ki o anda haberim olmamış!

Alya'yı da alıp paşa paşa binmişim.

Bilsem biner miyim?!

Durduk yerde korkuyorum zannetmeyin yani, bugüne kadar nerede abuk sabuk türbülans varsa beni buldu, o kadar sallandım ki, artık her defasında korkuyorum.

Kızım yanımdayken daha az korkuyorum, onun yanında korkmamam gerekiyor diye büyük insan rolüne giriyorum ama şimdi yalnızım...


*


Pasaport kuyruğunda önümdekilere soruyorum...

“Nereye uçuyorsunuz?

Suç ortağı arıyorum, benimle aynı yere gidecek, aynı kaderi paylaşacak, aynı sallantıyı yaşayacak birini...

Biraz rahatlayabilmek için...

Pasaport görevlisine pasaportumu uzatırken, “Çok sallar mı?” diyorum, medet umar gibi...

Adam tuhaf tuhaf suratıma bakıyor, “İnşallah sallamaz” diyor.

Lounge'daki görevlileri sıkıştırıyorum, “Dubai yönündeki uçaklarda rötar var. Hayırdır? Hava mı kötü? Fırtına mı var? Söyleyebilirsiniz, metanetle karşılayabilirim...”

Bana acıyarak bakıyorlar.

Bense kurmaya devam ediyorum.

Uçakta tanıdık biri var mı anlamaya çalışıyorum, isim soruyorum.

Varsa bana iyi geliyor.

Mehmet Yılmaz'ı hatırlıyorum, uçakta küçük çocuk görürse “Hah bir şey olmayacak!” dermiş, “Allah onları korur...”

“Uçakta kaç küçük çocuk var?” diye soruyorum görevlilere...

Korunma oranını hesaplayabilmek için...

Tuvalete giriyorum, bembeyaz suratımı görünce temizlik yapan kadın bile “Neyin var evladım?” diyor, “Teyzecim uçaktan korkuyorum” diyorum.

“Kork tabii” diyor, “Korkulmaz mı, o demir yığınlarının nasıl uçtuğunu benim aklım hiç almıyor...”


*


Sonra bir işaret arıyorum etrafta...

Bir sözcük arıyorum...

“Don't”, “Yapma”, “Stop”, “Binme...” diye...

Bulsam, güç alıp binmeyeceğim uçağa...Ama yok.İşaret mişaret gelmiyor.

Gerçi kapı numarası...

Tek sayı mı, çift sayı mı?

Oturduğum koltuk...

Bunların hepsinin benim lügatimde bir anlamı var.

Hepsi bir totem.

Çift sayılı kapılardan binilen uçaklar daha az sallar.

Uçağın burnunda yazılı olan adı da önemli.

Girerken pilotu görüyor muyum, göremiyor muyum, anonstaki sesi tenor mu, bariton mu?

Bunları hepsi mühim.

Ve en önemlisi tabii, uçağa sağ ayakla bineceksin!

İlk iş tuvalete gitmem lazım, hem heyecandan hem de daha sonra kalkmamak için.

Gözümü kapatacağım ve Dubai'ye kadar açmayacağım.

Gözkapaklarım bir dükkânın kepengi gibi kapalı bekliyorum.

Ve dua ediyorum.

Havada başka yerde olmadığım kadar inançlı ve dindarım.

İyi ki Kutas nenem, Amentü ve Kulhuvallah'ı öğretmiş.

“Allah'ım beni kızıma ve kocama bağışla! Alma canımı!”

Ama sonra adalet duygum ağır basıyor, diyorum ki, “O kadar güzel bir hayat yaşattın ki bana. Sevdiğim bir adamla birlikteyim, bayıldığım bir çocuğum var, güzel bir işim var, mutlu bir insanım, evet eşek gibi çalıştım ama sen de bana iyi davrandın. Artık bir kaza olsa, neden ben diye sormaya hakkım yok. Her zaman ben şanslı olamam. Alabilirsin de istiyorsan...”

Ama yok, sakın yapma, hazır değilim!

Bu adamı ve çocuğu çok seviyorum!

Alyam'ı ve Ömerim'i bir daha görmek istiyorum!

Yoksa, dün evden çıkarken onları son kez mi gördüm, o yüzden mi böyle şeyler geçiyor beynimden?

Aman Allah'ım işte başladı!

Sallıyor!

Ben korkuyorum diye mi sallıyor?

Ben kafayı bu kadar takmasam sallamaz mıydı?

Çağırıyor muyum?

Çağırmak istemiyorum.

Başka şeyler düşün Ayşe, başka şeyler düşün...


*


Başka şeyler düşünmeye çalışırken, saatler geçiyor...

Tekerlekler yere değiyor...

Derin bir iç çekiyorum.

Neredeyse her hafta yaşadığım işkence bitiyor.

O andan itibaren başka bir insan oluyorum.

Emniyet kemerimi açıyorum, ayağa kalkıyorum, yukarıdan bilgisayar çantamı alıyorum.

Ve dimdik, güvenli adımlarla, hiçbir şey olmamış gibi uçaktan iniyorum.

Çok fena, sanki 4 saattir bütün o korkuları yaşayan ben değildim!

Sanki “Ömrümü elimden almaaa” diye dua eden, yalvaran ben değildim!Kendime inanamıyorum.

Ve çok kızıyorum.

Hayatımı bana geri hediye etti.

Bense, sanki hep benimmiş gibi davranıyorum.

Benim gibilere ne deniyor biliyor musunuz;

Nankör!

(Ayse Arman-03.12.2010/Hurriyet)

Thursday, May 12, 2011

Yolcudur abbas...

Baglasan durmaz :))
Uzun zamandir zor bile durduk aslina bakarsaniz, eh yeter bu kadar gezme zamanidir simdi.
Biz yine topladik bavullari gidiyoruz :) Guzel insanlarin, lezzetli yemeklerin, egzotik koku ve tadlarin ulkesi bizi bekler, yani Tayland...



Uzakdogu ulkeleri arasinda bize en cekici gelen ve mutlu oldugumuz ulkelerden biri Tayland. Eh Bangkok'u gormemek olmaz dedik ve Bangkok'u Allah (gazabimizdan) korusun diyerekten yola koyuluyoruz yarin sabah :D

Dilerim donuste anlatacak guzel maceralarla ve anilarla doneriz bu kez, hani her yerde bizi bulan o en sacma sapan olaylar ile degil :)) Dualarinizi eksik etmeyin.
Gorusunceye dek hoscakalin...
A.

Saturday, May 7, 2011

Gunbatimi, secim ve demokrasi


Gun siir gibi batti bugun, paylasmadan edemedim. Coktan gece yarisina yaklastik bile. Ne garip dunyanin bir ucunda gun batarken digerinde daha yeni dogmasi...


Haftasonu sesiz sakin yine :)

Turkiye'de ki secim telasesi ve tantanasindan kurtulduk derken, buranin secimlerine yakalandik. Haftalardir suren secim telasesi sonunda bugun son buldu sukur. Dunyanin hicbir yerinde duzen degismiyor lakin. Suyun basina oturanlar ellerindeki guc ve zenginlikten vazgecmemek icin elinden geleni yapiyor. Ve isin garibi dunya uzerinde cogu yerde bu isin adi demokrasi! Bizim ulkemizde ve diger cogu ulkede oldugu gibi tepedekiler demokrasi masallari ile zavalli halki uyutup oylarini aliyor, sonrada kendi islerine devam ediyorlar...
Ulkenin en zenginleri, en onemli sirketlerine sahip kisiler ve aileler, mal varligi milyon dolarlari bulanlar yine ulkeyi yonetenler! Ve ne yazik ki zavalli halk hakki olan ve sorgusuz sualsiz verilmesi gerekenler verildigi zaman bu adamlara mutesekkir oluyorlar!

Dunyanin duzeni degismiyor velhasil, bizde yanlislarin dogrulari goturdugu gibi arada kaynayip gidiyoruz boyle...

Guzel ve gunesli bir haftasonu dilerim hepinize ;)
A.

Tuesday, May 3, 2011

Pazar turu

Uzun bir haftasonu sona erdi ve bugun yine geldik isbasina. Gun ister Pazartesi olsun ister Sali insanin ise baslayasi gelmiyormus bunu gormus oldum :)

Neyse ki bol bol dinlenerek, yatip yuvarlanarak gecti son uc gun. Iyi geldi yani :)
Tatil bahanesiyle Pazar yuruyusune gol kiyisina attik kendimizi. Gol dedigimde oyle ahim sahim bir gol degil tabii ki - Singapur zaten minicik ada yahu :) Her gun evden cikinca, karsidan gorunen manzara bu fotograftaki goruntu, o kadar yakin yani ve biz bir zahmet gitmiyoruz oraya yuruyuse, nedense hep zor geliyor bize, cok tembeliz cook :(

Neyse bu sefer kirdik seytanin bacagini ve Pazar yuruyusu bahanesiyle attik kendimizi yola. Iyi de oldu hem spor yapmis olduk, hemde huzur dolduk. Bende firsattan istifade bol bol fotograf cektim yine. Bunlar golun kenarindaki, parkin icindeki agaclar. Hani su yagmur ormanlarinda cevrilen filmlerdeki en klasik agaclardir bunlar. Her seferinde saskinlikla izliyorum, buradaki doga, bitki ortusu daha once hic gormedigimiz kadar ilginc ve cesitli…


Sadece bitki ortusu degil cesitli olan, ayni zamanda cevredeki hayvanlarda oyle bildiginiz gibi. Gezinirken cok guzel cicekleri olan bir agac gorduk. Agacin kabugundan cikmis cicekler, kocaman kocaman. Tabii ben dururmuyum hemen fotografini cekeyim istedim ve etrafi kontrol ederekten yaklastim agaca, hani bocek cucek olmasin diye. Iyi ki kontrol etmisim birde etmesem ne olurdu bilmem. Daha fotograf makinasini cantadan cikaramadan kocakisisi de bende aci ile hoplasip ziplasmaya basladik. Birde bakalim ki neredeyse nohut buyuklugunde karincalar tirmanmis bacaklarimiza bilegimizden isiriyor. Kendimi nasil yola attim, nasil onlardan kurtuldum bilmiyorum, cicek falan yalan oldu tabii. Ama karincanin isirdigi yer bir iki saat acidi, nasil isirdiysa mendebur hayvan!
Ardindan da gulduk kendi halimize, karincalar nasil bir gozetleme sistemi kurdularsa daha bizi karsidan gorunce alarma gectiler herhalde o kadar suratle tepemize tirmandiklarina gore. Birbirlerine demis olmalilar "su tombulu ben aliyorum, diger killi da sana kasin" diye :))))

Basimiza daha ne gelebilir diye konusurken su tabelayi gorduk, koptuk gulmekten :) Bir kafamiza agac dallarinin dusmedigi kalmisti tabii.

Golun kenarindan yuruyerek Chinese Garden a ulastik ama daha once detayli gezdigimiz icin ve hafiften karnimiz acikmaya basladigi icin soyle bir cevrede turlayip donus yoluna koyulduk…


Tam eve varmak uzereyken yasli bir Cinli amcanin elinde golden tuttugu bir hayvanin debelendigini gorduk. Bir baktik ki kaplumbaga! Biz saskinlik icerisinde bakarken amca cebinden cakisini cikarip coktu zavalli kaplumbaganin tepesine, hemen oracikta oglen yemegini hazirlamaya giristi!! Biz daha fazla izlemeye dayanamayacagimiz icin saskinlik ve korku icerisinde adimlarimizi hizlandirarak oradan uzaklastik. Uzakdogunun bu yeme aliskanliklarina alisamadim, alisamayacagimda sanirim…


Yolda ozellikle bu fotografi cektim. Yesilliklerin birbirine karistigi, otun bitkinin ve agacin birbirinden ayrilamadigi ormanimsi bir karisim :) Bu goruntu Singapur icin cok dogal bir goruntu, surekli yagmur yagdigi ve neredeyse binalar bile yeserdigi icin. Sehrin icindeki biraz az islek yollarda, parklarda rahatlikla gorulebilecek bir manzara. Hatta ilk zamanlar bahsettigim, isyerimin arka bahcesinde bulunan ormanimsi alan da aynen boyle hani icinden 10 metre piton ciktigi soylenen - sabahlari yanindan yururken korkuyorum hisirti duydukca :D Biz ilk geldigimiz zamanlarda soka girmistik bu yesillikleri gorunce. Kocakisisi diyordu “bu ne yesillik boyle, simdi suradan T-Rex cikacak hissi veriyor, korku filmi gibi valla” diye…


Iste boyle sessiz sakin, huzurlu bir haftasonu gecirdik. Simdi isler beni bekler ne yazik ki :(

Umarim sizlerde guzel bir haftasonu gecirme firsati bulmussunuzdur ;)
A.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails