Wednesday, June 30, 2010

Acele acele

- Inanilmaz yogunum su aralar onun icin sesim solugum cikmiyor, cikamiyor :( Ama cok guzel haberler ve gelismelerle geri gelecegim yakinda :) umarim... Hani hep "dokuz ayin carsambasi bir araya geldi" derler ya benim birkac yilinki bir araya geldi sanirim.

-Bir onceki yazimda (Bulutlarin ustunde) bir video eklemistim, zannedersem video youtube uzerinden oldugu icin yasaklar ulkesi Turkiye'den gorunmuyor :( Turkiyeden gorebilen yada sayfayi goruntulemeyen varmi? Sadece o girdi mi sorunlu yoksa butun blog mu anlayamadim henuz :( Yorum yazin ki anlayayim :)

-Sevgili ailem, cok cok coook yogunum su aralar sizi unuttum sanmayin :) Biz iyiyiz endiseye gerek yok :) anacim tipki istedigin gibi kafayi kiriyorum calisirken :P

-Nihan mail adresi sormus bir ara suslu puslu ekleyecegim de vakit olmadi ;) Lazim olursa, iletisime gecmek isterseniz diye buyrun;
biradambirkadin@gmail.com

A. kacar...

Monday, June 28, 2010

Bulutlarin ustunde

Animasyon filmlere bayiliyorum…

Tamam icimdeki cocuk henuz buyumedi (hic buyumeyecek ya caktirmayin) ama bununla pek alakasi yok. Olayin gercegi su ki film izlemek bos zamanlarimdaki bir etkinlik benim icin, sevdiklerimle paylastigim guzel ve eglenceli birkac saat. Eh durum bu olunca ne anlami var oyle kastirici, beynimi sulandirici, kahredici filmler izlemeye? Maksat eglenip guzel vakit gecirmek degilmi? Neden bile bile kendimizi mahvetmek?

Kendimizi mahvetmek deyince aklima ilk gelen “Babam ve Oglum” oldu sanirim. Ilk izledigimde annemle gitmistim sinemaya, bir ara katildim aglamaktan nefes alamadim yahu, olurmu boyle film. Sinema cikisi yolumuzu bulamayacaktik neredeyse, aglamaktan sisen gozlerimiz sayesinde kurbaga kermitin cirkin kiz kardesleri gibiydik :)

Bununla akillanmayan ben, yemeyip icmeyip filmin kopyasini (allahim kendim kendimi ele veriyorum) aldim yanima Almanya’ya giderken. Memleketten yeni ayrilmak, gurbet ozlemi de birlesince siz tahmin edin durumu. Sevgilimle oturup “Babam ve Oglum” izledik birde o halde. Filmin sonunda ikimizde aglamaktan yamulmus, bitmistik. Sanki filmde oksuz kalan cocuk bizlerdik o anda… En son sozu “kaldir su filmi ve Turkiye’ye donene kadar da ortaya cikarma” oldu.

Arti korku filmlerinden de nefret ediyorum yahu, ne zulumdur o insan gidip kendi kendini korkutur yada paranoyak yaparmi benim gibi? Bende film sirasinda bisey yok, olay film sonrasi yalniz ve karanlikta kalma anlari… Allahim ne senaristliktir o, korkudan kendi kendimin aklini kaldirincaya kadar yazarim da yazarim. Birde feci bir film festivali denemem varki onu bir baska bahara anlatirim. Iste o gun bugundur hep eglenceli filmler seyretmeyi tercih ederim. Sonuc olarak animasyonlar en favorim ve de komedi filmleri.

Bu kis seyrettim ilk kez bu filmin reklamini (reklam degilmis baskasi tarafindan hazirlanan bir videoymus yeni ogrendim)… seyrettigim anda vuruldum, bu kadar mi harika birsey yapilabilir. Tabii kisin blog falan yok ortada yazmasi bugune kaldi, gecen yine karsima cikinca aklima geldi. Bir ask bu kadar mi guzel olur? Bu kadar mi tatli anlatilir? Videoyu izleyince hemen akabinde atladik esimle bu film harika gorunuyor diye, ne yazikki reklam gercekten reklammis, film hakikaten cok guzel ve eglenceli ama reklam videosunda izledigimiz seyi film de bulamayinca bozulduk acikcasi birazcik. Ne demek istedigimi daha once izleyenler zaten anlar, anlamayanlarda izleyince anlar :)



Sonuc olarak; guzel bir film ve izlemeye deger derim, ozellikle animasyon sevenler icin.
Ama ben kesinlikle bu videoya vuruldum, ne diyeyim seveceksen boyle sevmek lazim.

A.

Sunday, June 27, 2010

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada dişlerinden çektiği kadar

Benim su agzimdan ve dislerimden cektigimi kimse cekmemistir herhalde hicbirseyden :(
Yok abarttim tamam daha beterleri de vardir...

Dun yine discideydim... Zaten gittigim her ulkenin once discileriyle hasir nesir olurum, hani sorsalar hangi ulkede saglik hizmeti nasil, agiz dis sagligi nasil hemen bilgi verebilirim.
Biliyorduk ama dun yakindan inceleyip ogrenmis olduk, burda saglik hizmetleri kotu! Kotu dedigim oyle pis, yetersiz falan degil. Sahip oldugumuz saglik sigortasi adam gibi birseyi karsilamiyor. Normalde hastane ve doktor olaylarinin yuzde yirmisini kisinin uzerine yikiyorlar zaten, yani sahip oldugumuz sigorta ancak herseyin 80% sini oduyor... kaldi ki goz, dis ve bircok ekstra seyin hicbirseyini odemiyor.
Bizimkilerden cogu kez duyuyorum Turkiyede saglik hizmetleri feci, gittikce kotulesiyor falan diye sikayetleri, opun basiniza koyun diyorum! Buranin yerel halki bile saglik hizmetleri cok kotu Singapurda tek yapilacak sey hasta olmamak diyor.

Vesselam uzun suredir sizlayan disime ne oldu, bir yeni kanal tedavisi daha mi? derken disciye gitmeye karar verdim. Henuz kanal tedavisi gerektirecek birsey gozukmese de dolgumda bir bosluk varmis onun icin eskisini cikarip yeniden yaptilar dolguyu, veee... hayatimin en pahali dolgusunu yaptirdim :( Turkiyedeki fiyatin neredeyse uc kati. Yapildiktan sonra diyemiyorsunuz da "bu ne cikarin bunu eskisini koyun lazim degil" diye. Yeni dolgunun yani sira kocaman bir de kazigim oldu :) Sonucta olan oldu, umarim bundan sonra sorun cozumlenir ve kanal tedavisine falan gerek kalmaz, yoksa harbiden battim demektir.

Bu arada disci bizim uzun suredir gitmeye calistigimiz ve her gittigimizdede kavga edip kos kos eve dondugumuz, ve de bu sebeple adam gibi gezemedigimiz bir alisveris merkezindeydi. Tabii ben umarim bisey olmaz bu sefer, bari dovusmesek falan diyerek gittim :) Bu sefer seytanin bacagini kirdik sanirim :)) Disci sonrasinda cuzdanda olusan kocaman bir delik ve sis bir agizla biraz kendimize gelelim dedik ve guzel bir kahve keyfi cektik kendimize. Zannedersem isin sirri kahvede, bizi anca kahve kendimize getiriyor... birde yaninda uzun zamandir yedigim en harika cikolatali cheesecake :) (Sonra dislerim curuyor diye soyleniyorum)

Sonrasinda biraz deniz havasi aldik, nitekim bu alisveris merkezinin on kismi uzun bir sahil seridi gibi, pis bile olsa denizin kokusu bir bambaska oluyor. Kendimi tatile gitmis, aksam sahil seridinde yuruyuse cikmis gibi hissettim, bir tek elimizde dondurma yada cay bahcesinde icilen cay eksikti.

Baktim biz ortama iyice alistik, hani kavga dovus yok :) aksine bir uysallasmis ve sakinlesmisiz deniz havasini alinca... vurduk kendimizi icerideki dukkanlara... Ne de olsa buyuk Singapur indirimi basladi. Iste bu kismi cok sevdim Singapurda her yil mayis sonu baslayan ve iki ay suren buyuk indirim donemi var :)
Hemen kendimi ayakkabicilara attim. Ben iflah olmaz bir ayakkabi tutkunuyum buna karar verdim :) Bayiliyorum ayakkabi almaya. Ve yine kendimi tutamayip iste bu terlikleri aldim :)

Normalde gorunce pek bir cafcafli ve gosterisli duruyorlar, karsidan bakinca giymem derim ama ayagima gecirince oyle rahat geldiler ki... dayanamadim aldim tabii :) Ama gercekten cok ucuzdu, eklemem lazim yoksa disci faciasindan sonra bu "ne pehriz bu ne lahana tursusu" demeyin.

Aklima gelmisken gecenlerde yine indirimden aldigim diger cici ayakkabilarimi da ekleyeyim, zira kardesim soruyordu unuttum resim eklemeyi :) Bunlarda inanilmaz rahatlar ve cok cici duruyorlar.

Iste cumartesi bilancomuz bu... bir dolgu, bir terlik, kavgasiz gurultusuz bir "Vivo City" gezmesi... ha birde unutuyordum kocamada uzun suredir istedigi cantayi aldik, acaba butun gun uslu uslu gezmesinin sebebi o olabilirmi...
A.

Friday, June 25, 2010

Coldeki kutup ayilarinin hepsi akrabam olur


Ne bu şimdi? şaka dimi bu şaka şaka…

Hakikaten saka gibi basladim gune, inanilir gibi degil ya. Sabah altida basladi simsekler ve gokgurultusu, pek orali olmadim dedim ki her zaman ki tropik yagmur gecer gecer… Haa gecti gecti, evden adimimi bile atamadim ne gecmesi, son dort aydir gordugum en feci yagmurdu bu. Bugune kadar en kotusu bile en fazla bir saate geciyordu, bu tam tamina 3 saat surdu.

Ama neden? Bi sorun nedenini? Cunku benim bugun toplantim vardi… ve daha da onemlisi sunum yapacaktim! Ben buna neden hic sasirmiyorum acaba! Tam 45 dakika taksi bulmaya calistim, hatta esimde isi gucu birakip taksi bulmaya calisti bana. Nafile… Sonuc olarak ben toplantiyi kacirdim, sunumum kaldi, gidip patrona boyun bukup kusura bakmayin vidi vidisi yapmak zorunda kaldim-ki en gucume giden bu bir hatam olmadigi halde, inanilmaz kotu bir giris yaptim Cuma gunune anlayacaginiz.

Bitmez benim “talihsiz seruvenler”im-hakikaten o kitaplardaki cocuklarla yarisirim yani… Dedim ki tam zamanidir benim talihsiz seruvenleri yazmak, hangi birinden baslasam acaba?

DIKKAT! Okuyucu bu yazi biraz fazla uzayabilir ve cesitli yan etkileri olabilir, muessesemiz hicbir sorumluluk kabul etmez zira bugun hic iyi gununde degildir kendisi!

Oyle ufak tefek yok sira beklerim bana gelince biter, herkese iyi davranan satici bana kaplan kesilir zirvalarini tek kalemde geciyorum zaten. En muhimlerini anlatayim ki egleceli olsun :)

Ilk aklima gelen bir kac yil once yasadigim bisey… Bundan yaklasik 4 yil once Turkiyeden Almanyaya gidiyorum egitim icin. Ama bende almanca sifir. Ilk zamanlarda oyle saskin oluyor ki insana hot zot deseler bi sasirip bi tirsiyorsun, aynen o modumdayim. Bisey dedilermi karsimdakini anlamak icin gobegim catliyor, pur dikkat dinliyorum, aman yanlis bisey olmasin diye insan ustu bir caba sarfediyorum. Iste ben bu haleti ruhiye icerisinde yaklasik bir ay kayit islemlerim icin git gel yaptim. Arada bikac ay bekledim imzalar ve diger uygulamalar icin. Buraya kadar normal hemde cok, digerleri icin bir-iki ay alan sey neden bende dort ay surdu diye sorgulamanin anlami yok, cunku isin icinde ben varsam alti ay bile alir! Cok normal yani. Neyse efendim geldik son asamaya, son bir belge var dekanin sekreteri hazirlamis beni cagiriyor imzalar tamam gel al diye. Bende bir sevinc bir mutluluk sorma gitsin. Aylar suren iskence bitiyor ne de olsa… Pışıkkkk sen oyle san!

Gidiyorum aliyorum belgeyi elime, dogru duzgun bakamadan cikiyorum odadan, cunku sekreter hayatta gordugum en meymenetsiz almanlardan biri (meymenetlisini gormedim ya). Merdivenleri inerken bakiyorum belgeye, iste falanca kisi bolumumuze alinmistir tez konusu sudur budur hocasi budur falan yaziyor alt tarafi. O arada bir bakiyorum isim kisminda “Ayse Sebelettinoglu” yazacagina “Aysel Sebelettinoglu” yaziyor! (Isimler tamamen kurgu olayin vehametini anlatabilmek icin) Yuh diyorum ya ne malsiniz bi adimi duzgun yazamamissiniz, kosuyorum yukari kadina diyorum ki bakin ismim yanlis olmus, kadin ofleye pofleye duzeltiyor. Bu arada gozum tez konusuna ilisiyor, amanin o da ne, sacma sapan farkli bir konu allah allah bu nerden cikti darken bakiyorum hocalar da farkli. Cileden cikiyorum basliyorum kadina iste buda yanlis su da yanlis diye soylemeye. Belge bastan sona yanlis cunku. Kadin da sasiriyor nasil bu kadar cok yanlis bir arada yapilmis diye, panikliyor bi, sonra bilgisayari acip sistemi kontrol etmeyi akil ediyor! Allahim ne goruyoruz, allahin Almanyasinda, o g.t kadarcik sehrin g.t kadarcik universitesinde “Aysel Sebelettinoglu” isimli biri var!!! benimle ayni zamanda ayni yere kayit olan tamamen farkli bir insan! Saka gibi! Sanki birileri ozellikle gondermis oraya yani baska izahati yok. Ve kendi gercek belgemi alip agzim bir karis ayriliyorum dekanliktan, halime sukrediyorum, ya diplomayi alirken anlasilsaydi bu gercek ve elin hatunu benim yerime diplomaya alsaydi da ben oyle kalakalsaydim? Dusunmek bile istemiyorum :)


Varan ikiiiii… aradan dort yil geciyor, eh bitis yakin bende is basvurusu yapiyorum. Singapur’dan cevap aliyorum basvuruma. Diyorlar ki; “tele-sunum” yapacaksin… “hay anani o ne!” diyemiyorum, uslu kizim ya “vay canina o nedir?” diyorum anca :) Efenim internet uzerinden baglaniyoruz onlar benim bilgisayarimi ve dolayisiyla sunumumu goruyorlar, ayni zamanda telefonla baglanip parallel olarak telefondan sunum yapiyorum. Sacmaligin daniskasi yani! Madem internetten baglaniyoruz hepsini orda yapalim ne geregi var, ha telefonla goruseceksek de telefonla goruselim, maksat “ingilizce konusabiliyormusun?” u gormek degilmi… tabii is bu, isveren ne tur maskaralik isterse he diyorsun. Tamam dedim isteklerine, is gorusmesinin detaylarini mail attilar; “Singapur saati ile 15.00 de”. Buyur burden yak, iyide o kac oluyor, Almanyada saat kac olucak bi deyiversene sen. Onu da ogrendik efendim sabahin korundeymis, saat 8.00 de. Neyse lafi cok uzattim, gorusme gunu gelip catiyor, sabahin 6sinda kalkiyorum ki mala baglamayayim, kendime geleyim, aradiklarinda hazir olayim falan. Saat 7.45 de internet uzerinden baglanti yapiyoruz hersey yolundami kontrol etmek icin. Baglandik… hersey normal… ben biraz sinirliyim… insane kaynaklarindaki kadinla msn gibi bisey uzerinden yazisiyoruz bana henuz tum dinleyicilerin gelmedigini soyluyor ve tam 8.00 de baslayacagiz biraz daha bekle lutfen diyor. Bekliyorum…

Tam 5 dk sonra hayatimda duydugum en yuksek sesi isitiyorum! Saka gibi! Ust kattaki daireden geliyor ve kesintisiz! Ust katta tamirat basliyor, hemde bulldozer sesiyle!... hemde sabahin o saatinde… hemde Almanyada(Almanyada saat 8 den once igne bile cakamazsin duvara).

Esimle birbirimize bakiyoruz, paniklesek mi dona kalsak mi saniyeler icinde karar vermek zorundayiz! Sonradan ogreniyorum ki esim o anda benim bagira bagira aglayacagimi zannetmis “ne b.k yesem” diye dusunuyormus :) O hemen yukari kosuyor "napiyorsunuz aman durun asagida hayat memat meselesi var" demeye, bende bayilmamaya ve titreyen ellerimi normale dondurmeye calisiyorum. Kadina yaziyorum ya kusura bakmayin burda cok kotu bisey oldu diye olanlari anlatiyorum. Biri bana soylese bunu hadi ordan daha mantikli yalan bulamadinmi derim. Birkac dakika icinde ses kesiliyor yukaridan, oh diyorum esimin kapiyi yumruklamasini duydular ve durdular… ve birkac dakika icinde yeniden basliyor ayni ses, esim kapida beliriyor, “durmuyor adam” diyor “dogru duzgun ingilizce bile bilmiyordu ve anladigim kadariyla bir saate bu isi bitirmesi lazimmis” diyor ve ekliyor “benim boyumda bir matkapla banyo kuvetini cikarmaya calisiyor yerinden, matkabin ucu benim bacagim kadar”

Ahhhhhhh…. O lanet matkap beynimi oyuyor, sinirlerimi binlerce parcaya boluyor. Kadina diyorum ki durmuyorlar ses cok yuksek ne yapalim? Kadin olsun devam edelim biz diyor, anlamiyor az sonar ust katin bize cokme ihtimalini ve benim sinirden pelte olmus bedenimi. Telefon caliyor ve gorusme basliyor… Ben ne onlarin soylediklerini duyuyorum nede kendi soylediklerimi. Sadece otomatige baglamis bir sekilde sacmaliyorum , herhangi bisey dediklerinde “he, ne, size duyamiyorum…” diye zirvaliyorum. Yarim saat geciyor o gurultu ve mucadeleyle, sonunda “biz seni haberdar edecegiz” diyerek telefonu kapatiyorlar. Ve matkap susuyor!!!

Kendimi yataga atip saatlerce agliyorum, kacan is imkanina yada igrenc gecen is gorusmeme degil, sabahin o saatinde bana “Insan boyunda matkap” gonderen makus talihe hic degil, sadece hirsimi cikarmak icin agliyorum.


Ve varan uccc… O igrenc gorusme sonrasi nasil oluyorsa beni tekrar ariyorlar. Diyorum ki “bak sans yuzume guluyor, matkap geldi ama sonu iyi olacak”, diyorlar ki “simdi de Singapura gelmen lazim ikinci bir gorusme icin”. “Dalga mi geciyorsunuz siz benle?” diyemiyorum tabii ki, “tamam” diyorum “ne zaman?“. Bildireceklermis… bekliyorum… birkac hafta geciyor… mail atiyorum ne zaman diye… Cunku o siralar Almanyadaki evimizi bosaltiyoruz, esim Singapurda is bulmus benim durum muallakta ve bu arada benim hayatimda oyle ekstradan bir durum daha var ki -dogum, olum, dugun mevzularindan sonra hayatta en onemlisi diyeyim, isle alakali bisey- mutlaka Almanyada olmam gereken ve cok sakin stressiz gecirmem gereken gunler var.

Eh bu durumda ne oluyor tabii ki? Benim hayatimin o en muhim gununu mahfetmek icin iki gun oncesine bana gorusme ayarliyorlar! Hem de Singapurda! “Aman diyorum yapmayin gelemem, baska zamana alalim gorusmeyi”, “yok diyorlar ya o gun ya hic”… Ve ben toplayip bavulu 12 saat ucuyorum Singapura, bu olayi duyan herkesin agzi acik kaliyor –agizlari kapansin diye matkabi anlatiyorum normale donuyorlar :) Bir gun kalip, ortama adapte olmaya calisip (cunku Singapurla Almanya arasi sicaklik farki 50 derece o zaman-abartmiyorum), sunumumu ve gorusmemi yapip hemen o gece Almanyaya geri donuyorum tam 13 saatte.

Neyse efendim sonuc olarak inatciligimin karsiligini aliyorum ve ise kabul ediliyorum, Almanyaya donup oradaki kismida basariyla sonlandiriyorum, ama kendime sormadan da edemiyorum; “bu kadar zor olmak zorundamiydi?” diye.

Dip not: Annem kucukken bana hep kizardi, ben “kara bahtim kor talihim” diye soylendikce. E goruyorsunuz ama haksiz degilmisim degilmi? Valla colu olan ulkelere gitmekten vazgeciyorum hakikaten olurda (ne olurda si kesin) cole duserim diye :)

En dip not: Buraya kadar dayanabilen ve yazinin hepsini okuyabilen varmi harbiden? Ne uzun olmus kaptirmisim kendimi :)

Hepinize bol sans ve guzel bir haftasonu diliyorum…
A.

Thursday, June 24, 2010

Sanatci adayinin ilk sergisi


Serginin davetiyesi daha yeni gecti elime, yine her zamanki uslubuyla sade ama kimbilir ne anlamlar yuklu icinde... Serginin adi "mış gibi" ve cok meraktayim neye atifta bulunuyor diye :) Ah kardesim orada olmak vardi simdi, sergine katilmak gule oynaya. Neyse uzmeyelim kendimizi simdi nede olsa cok sergilerin olacak daha katilacagimiz.

Bilirsiniz isim vermem hic, ama gorunen o ki isimsiz sanatci sanatcisiz sergi olmaz :) Zaten kendisi yazmis davetiyeye - tabii nerden bilsin benim kalkip davetiyeyi buraya koyacagimi - Emrah ile tanismamiz 10 yillik bir mazi, gercek kardesim degil ama sagolsun gercek kardesten farki yok :)

O, ben ve H. 7 uyurlarin 3lu versiyonuyduk, gunler geceler boyu bitmezdi muhabbetimiz, ust uste birkac filimden sersem olur gece yarilari cocuklarimizi nasil dunya vatandasi yapariz planlari yapardik, o bize annesinin bocegi kovalarken depar atip yarisi onde bitirme hikayesini anlatirken gozumuzden yas gelirdi, sabaha karsi anlamsiz "Karanlikta Dans" filmine aglayamadigim! icin beni kakilmistan beter ederdi :) Annesi ona kizdiginda hak verirsem eger "pazar gazetesi ve eki" olurduk hemen, benim yuzumden zorla on kere yuz kere bin kere "Gone with the Sin" dinlemek zorunda kaldi, tek sucu o CD ye sahip olmakti...
Birden ne anilar geciverdi gozumun onunden, ozlemisim anlasilan o ki.

Izmirliler size sesleniyorum kacirmayin bu sergiyi! Beni temsilen gidin kardesimin sergisine :) Valla kardesim diye demiyorum, gormeden eminim sergisinin cok guzel olacagina. Bak ileride unlu olacak aglasmayin sonradan firsatimiz vardi niye gitmedik diye.
Gidersiniz degil mi? gidersiniz gidersiniz bilirim ben sizi...
A.

Tuesday, June 22, 2010

Cok kafam bozuk cook

Bir gun de yok ki actigim gazetede kotu bir haber cikmasin...
Yazmayacagim dedim kendi kendime, kahpe o... cocuklarinin kallesce katlettigi fidanlari yazmayacagim. Herkes yaziyor ha bir eksik ha bir fazla, benim zavalli huzun dolu satirlarima gerek yok dedim, zaten actigimiz her sayfa carsaf carsaf bize hatirlatiyor dedim, tarihin kara sayfalarina coktan yazildi dedim, ben bloguma hep iyi guzel seyler yazayim dedim...

Ve hemen akabinde bana inat, suskunluguma inat bir diger haber cikiverdi karsima. Buyuk ustat Ilhan Selcuk vefat etmis... Basimiz sagolsun... dilerim ki onun cumhuriyet ve ozgurluk icin mucadelesi, onun inatciligi, onun tum engellemelere ragmen dogru bildigini soylemekten sasmayan "delikanli" durusu hic unutulmaz...
(oyle cengel cengel yurumeyle, millete hot zotle delikanli olunmuyor RTE, bak bu da sana kapak olsun)

Bugun keyfim yok iste, iyi guzel birseyler duymak istiyorum, gazeteleri acinca adam gibi birseyler okumak vay be benim ulkemde boyle seylerde olurmus deyip gururlanmak, mutlu olmak istiyorum.

Dip not: Gunumun icine ettin beni isiran hayvan. Ne oldugunu bilemiyorum once seni sivri sinek zannettim ama gorunen o ki degilsin, zira isirdigin yer kurabiye buyuklugune eristi ve inanilmaz aciyor :( Adi yaratik senide isiranlar olur insallah.

Dip not2:Zaten gecen yaz da tatilde kulagimi orumcek isirmisti, kulagim sisip kocaman bir et parcasina donuserek tatilin icine etmisti. Bre hayvanlar nedir bu benim sizden cektigim...

A.

Monday, June 21, 2010

Suskunlar

...Muhtesem Neyzen Batin Hazretleri'nin Konstantiniye'de bulundugu zamanlarda, yani Sultan Ahmed-i Sani Efendimiz'in devri saltanatindan sonraki senelerden birinde, Saban ayinin ondorduncu gecesi, Yenikapi'nin dar ve issiz sokaklarinda kol gezen o ihtiyar bekci, gokyuzunde ansizin kapkara bulutlar peydah olur olmaz hic sasirmamisti. Cunku Padisah-i din-fena hazretleri'nin mulku olan su Konstantiniye'de, yerin oldugu kadar gogun de, beklenmedik durumlara sahne olabilecegini az cok bilmekteydi...


...Bu insanlari rahatsiz ettigini dusunup utanan Eflatun cekinerek, sikkesine destar sarmis seyhe sordu: "Beni affedin efendim. Bir yanlis anlama da olabilir ama, beni siz mi cagirdiniz? Bana siz mi 'Gel' dediniz?" Eflatun'u tepeden tirnaga suzen seyh ona su cevabi verdi: "Biz insanlara 'Gel' diyenleriz. Dogru yere geldin." Sevince kapilan Eflatun, kendisine gulumseyen seyhe su soruyu sordu: "Peki beni niye cagirdiniz? Bir emriniz, bir ihtiyaciniz mi var?" Gozlerinin ici gulen seyh, usul geregi, kalkmadan once yeri optu ve "Evet" dedi. "Senin temiz kalbine ihtiyacimiz var. Bazilari var ki buraya gelir ve huzur bulur, yine bazilari var ki buraya gelir ve bizler onda huzuru buluruz"...


...Kahin, gorebilen tek gozuyle aynaya bakti ve uzun boylu, cekik gozlu o adami gordu. Bunu gormek, kendisi gibi digerlerininde icinde yasadiklari o dunyadaki asil hakikati gormek demekti. Gozun gorevinin gormek degil, hakikati gormek oldugunu soyleyen alim aklina geldi. Hakikati goren gozun baska hicbirsey gormesine gerek yoktu. Yedikule kahini'nin yegane gozune de bu sekilde perde indi. Ama kor olmasina ragmen hicbirsey gormuyor degildi. Gozlerinin ona gosterdigi yegane sey, o ucsuz bucaksiz karanlikti. Tipki sessizligi dinleyen Eflatun gibi, kahin de sustu. Belki de susmak, gercegi anlatmanin tek yoluydu...


"Eflâtun rengi hayaller kuran bir “suskun”un sözleridir, bu roman" diye anlatiyor yazar kitabin arkasinda. Hangi yazar mi? Tabii ki buyuk ustad Ihsan Oktay Anar...

"Suskunlar" in haberini ilk aldigimda ki sevincimi hala hatirlarim, tipki tum Ihsan Oktay Anar kitaplarinda oldugu gibi. Bircoklari gibi bende de bu tutku beni benden alan, dunyami baskalastiran, bircirpida okuyup bitirdigim ama yillarca etkisinden kurtulamadigim ve asla yerine baska bir romani koyamadigim "Puslu Kitalar Atlasi" ile basladi...
Gel gor ki Suskunlara elim bir turlu ermedi, aldigim kosede beklemek zorunda kaldi beni. Oyle gundelik telaselerin arasina SIKIstirmak istemedim onu. Hakettigi gibi sindire sindire, uzerinden sayisiz kereler gecerek, okurken kendimden gecip, heyecanlanarak, hirslanarak, sevinerek, her detayi merak ederek yani yasayarak okuyabilmeliydim cunku.

Okudum da...
Yine cok harika bir eser olmus sevgili Ihsan Oktay Anar. Yine mest etti beni ve yine hayretler icerisinde birakti, bir insandan bu kadar mi dolup tasar bilgi? bir insan dili bu kadar mi guzel kullanir, anlatimi bu kadar mi guzel olur?
Kitabin her sayfasinda her satirinda buyulendim, yeni yeni yerler kesfettim, zamanda yolculuk ettim, hayatin anlamini sorguladim defalarca ve herseyi birakip gitmeye yada herseyi sil bastan degistirmeye karar verdim sayisiz kere...
Velhasil inanilmaz zevk aldim her kelimesinden.

Okuyun bu kitabi mutlaka size benden nacizhane bir tavsiye, pisman olmayacaksiniz, hatta tum Ihsan Oktay Anar kitaplarini okuyun... Puslu Kitalar Atlasiyla baslayin buyulenmeye ve devam edin digerleriyle...
Bosluktayim simdi baska hicbir kitap tad vermiyor sevgili Ihsan Oktay Anar, cok uzatma arayi olurmu hasretle bekliyor olacagim yeni kitabini.
A.

Sunday, June 20, 2010

Mmmhh Browni


Dayanamayip hemen resmini cektim yaptigim browninin :)
Ve dayanamayip buraya koyuyorum hemen :) Tarifi yarin eklerim buraya, saat gece yarisini geciyor, yarin is var yatmam lazim :(

A.


Ve iste Browni tarifi burada;

Malzemeler hamur icin:
-2 su bardagindan bir parmak eksik seker
-1 su bardagindan bir parmak eksik sivi yag (ben zeytin yagi kullandim agir da olmadi)
-1 su bardagindan bir parmak eksik su
-3 yemek kasigi kakao
-3 yumurta
-2 su bardagi un
-kabartma tozu
-vanilya

Sos icin:
-1/2 su bardagi seker
-1/2 su bardagi yag
-1/2 su bardagi su
-3 yemek kasigi kakao

Yapilisi:
-Hamur icin verilen olculerde seker, yag, su ve kakaoyu karistirip kaynayana kadar pisirin ve ilinmasi icin bir kenara koyun.
-3 yumurtayi mikserle iyice cirptiktan sonra ilinan karisimi yavas yavas yumurtalara yedirin.
-Bu karisimdan yarim bardak bir kenara ayirin.
-Kalan karisimin uzerine un, vanilya ve kabartma tozunu ilave edip mikserle yavasca karistirin.
-Hamuru onceden yaglanmis firin tepsisine dokup 175 derecede 45 dakika pisirin.
-Kekin pismesine yakin sos malzemelerini onceden ayirdiginiz sos ile karistirip kaynayana kadar pisirin.
-Firindan cikan keki ters cevirin (ben yapmadim cunku benim kalibim kelepceliydi ve kekin ortasi cok guzel sismisti) yada cevirmeden servis tabagina alin, hazirladiginiz sicak sosu yavas yavas kekin uzerine dokun.
-Uzerine cikolata parcasi ve cikolata sosu ile servis yapin.
Bu arada sosu dokerken dikkat, benim butun mutfagim cikolata sosu oldu :) hem buyuk bir tabak kullanin hemde yavas yavas dokun derim :)

Afiyet olsun...

Yine cok uzaklarda bir babalar gunu

Guzel bir pazar gunu yine...
Ozledigimiz lezzetlerle uzunca bir kahvalti ve sessiz sakin birgun gibisi yok. Uzunca bir kahvalti deyince aklima ilk olarak guzel guzel pisirdigimiz ekmekler geldi :) Iste bu da ev yapimi ekmegimiz :) Hani kac zamandir ekmek makinasi muhabbeti yapip resmini cekip yayinlayamamistim ya o bakimdan, yoksa bildiginiz ekmek yani cok bir atraksiyonu yok. Ama lezzeti tartisilmaz, kesinlikle cok cok daha iyi.


Kahvalti sonrasi Turkiyeyle kamera gorusmesi yaptik babalar gunune ozel. Zor oluyor boyle kameradan hasret gidermek, iki lafin belini bukmeye calismak alel acele... ama ne diyelim buna da sukur.

Babalar gunun birkez daha kutlu olsun benim "Konficyus" babam.


Gectigimiz hafta yogunluktan paylasamadim ve de gec kaldim dogal olarak. Gecenlerde gordum bu guzel babalar gunu kartlarini, henuz kucukken ve vaktim varken herseye boyle guzel seyler yoktu ortalikta, simdide hayat telasesi almis bizi suruklerken vakit yokki hicbirseye. Yinede hosuma gitti paylasayim dedim, vakti olanlarin ilgisini cekerse diye :) Cok yaratici ve guzel olmuslar, tam babalara ozel.
Babalar gunune ozel bu kartlar, guzel ve orjinal bir fikir, merak edenler icin linki de burada.

Simdi mutfaga yollanmam lazim, yapilmasi gereken bir browni, bir kisir birde pismeyi bekleyen boreklerim var :) Eh daha baba olamasada gelecegin babasi kocamada biraz ilgi gostermek sart degilmi ;) Hem acikinca cok hircinlasir o :)
A.

Friday, June 18, 2010

Murphy kanunları

Ve haftasonu geldi yanasti kaldirima yine... yapilacak islerin cogu bitmedi nedense bu hafta ama isler ne zaman biter ki :)
Murphy yasalarini ilk duydugumda saskinliktan kalakalmistim aman tanrim bu kadar mi isabetli olur nerden bilmis bu adam bunlari diye, zamanla acar okur okur eglenirim. Bir ustunden geceyim dedim.

Murphy uzun adiyla Edward A. Murphy amerika hava kuvvetlerinde bir muhendismis. Calistigi projedeki bir dizi olumsuzluk uzerine laf soylemis zamaninda ve zamanla anonim halini almis ve "Murphy yasalari" diye anilmaya baslamis.

Murphy amcamizin aciga doktugu genel kurallar sunlar;

1- Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
Eh sen bu kadar kotu niyetli olursan nasil duz gitsin zaten Murphy amca :)

2- Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.
Kotu safhasi yetmedi birde en kotusu var sirada! buyur burdan yak.

3- Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.
Gordugunuz gibi oldukca olumsuz bir adammis bu Murphy amca :)

4-Bir şeyin olma olasılığı, istenme olasılığı ile ters orantılıdır.
Bak iste bu cok dogru bir tespit olmus yahu, hatta istedikce sonsuza yaklasip imkansizlik boyutuna geciyorsun aslinda.

5- Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.
Yine dondu dolasti buraya geldi yahu bir iyi dusun adam, biraz pozitif olsan ne cikar.

6- Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.
Olsun o da guzel, hic olmamasindansa :) gerci dizler romatizmadan kivrilmazken kapiyi calan sevgiliden ne hayir gelir bilemem :)



Isin esas eglenceli kismi ise insanlarin zaman icinde bu genel yasalardan yola cikarak ornekleri cesitlendirmeleri. Iste ben bunlara bayiliyorum;

-Yere düşen her şey ulaşılması en zor köşeye yuvarlanır.
Kesinlikle... hatta egilirken kicin basin acilir, kafani vurursun, elin yuzun toz pislik olur, kan ter icinde kalirsin onu alacagim diye.

-Duşa girip ıslandığında telefon çalar.
Daha de beteri kapi calar! Sasirirsin ne yapacagim diye, kurulansanmi giyinsenmi yok o arada kapidaki gider kesin, e ama havluylada cikilmazki milletin karsisina...

-Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğun ile doğru orantılıdır.
Bingo... Bak iste bu tam bana gore, zaten kucucuk kildan bile huysuzlanan insanim birde o sac tuy gider en kose bucaga yapisir sirtimda cildirtir beni, dugum olurum onu bulacagim ve kasiyacagim diye... bak beni yine bi kasinti basti...

-Reçelli ekmek ne zaman yere düşse reçelli kısmı hep yere gelir.
Ama bunu bilmeyen mi kaldi, zaten bilimsel olarak bile kanitlandi neden oldugu. Hem sen ac gozluluk yapip ekmegin ustunu o kadar doldurursan yagla recelle agir ceker tabii ki :)

-Ne zaman arabamı yıkasam yağmur yağar, yağmur yağacağı için arabamı yıkamadığımda yağmur yağmaz.
Oldu canim, zaten herkes arabayla geliyor bu dunyaya. Ne diyeyim arabam yok derdimde yok. Ama bu soz kesinlikle yeni silinen camlar icin de gecerli onu bilirim ;) ah hanimlar ne yorarsiniz kendinizi nasil olsa yagmur yagacak di mi :)

-Aradığınız şeyi baktığınız en son yerde bulursunuz.
Aslinda anlatim yanlisi var burda cunku zaten buldugun da baktigin yer en son yer olur daha da aramaya devam etmezsin degil mi! "bakmayi dusundugunuz en son yerde" olmasin o cicim?
Ben dusundugum en son yerden baslarim onun icin her zaman, bu seferde ilk dusundugum yerde cikar :) yani yine en son yerde cikar kurtulusu yok :)

- Herhangi bir şeyi beğendiğinizde derhal üretimden kaldırılır.
Allahim allahim iste bunu benim icin yazmislar sanirsam... yahu bir tanede begendigim sey uretimden kalkmasin (bkz: yesil cayli seker, irish coffee aromali cay... ve hatirlayamadigim yuzlercesi)

-Dakikalarca beklediğin otobüs sen tam sigara yaktığında gelecektir.
Hahaha iste bu bana islemez, yesilayciyim ben Murphy amca sen yesilay nedir bilirmisin?

-Sigara dumanı her zaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir.
Iste bu bana isler :( Simdide Murphy amca bana guluyor sanirim bu da sana kapak olsun diye. Yahu sigara icenler su zikkiminizi icerken bi dikkatli olsanizda bu dunyada icmeyen ve dumandan rahatsiz olan insan evlatlari oldugunuda anlayabilseniz keske!

-Barda sana yanaşan kız barın en çirkin kızıdır.
Napayim hocam ben kizi, bu kuralin adamlisi varmi elinizde?

-Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde kesin çalışır.
Bak iste bu cuk oturdu, ne zaman eve servis cagirsaniz bir alet bozuldu diye calisacagi tutar degil mi? Teknisyenler gidincede hemen eski bozuk moduna doner gicik alet sizinle dalga gecercesine...

- Sıkışık trafikte şerit değiştirdiğinde, terk ettiğin şerit daha hızlı akmaya başlar.
Ah babam bak bu da sana gelsin, bizi hic dinlemeyip zirt pirt o serit senin bu serit benim dolasiyorsun ve bizde gec kaliyoruz! Bizi dinlemiyorsun bak Murphy amcami dinle bari, koca gidi Murphy kanunu bunlar.

-Ne kadar geç kaldıysanız trafik o kadar sıkışıktır.
Arti sofor de cok yavas kullaniyordur kesin, her durakta durup ucan sinegi bile almaya calisir hep. Tabii ben yine arabasiz bir insan olarak yorumladim bunu :)

-Hala yaşıyorsan bu; ters gidecek şeylerin bitmemiş olduğunun göstergesidir...
Goruyorum ki Murphy amcanin karamsarligiyla ayni dogrultuda, hatta tavan yapmis.

Murphy amca bunca karamsarligi bosuna yapmamis tabii ki o da bir nevi "bahtsiz bedevi"ymis, basina gelmedik kalmamis ki onun icin soylemis bu laflari.
Ve birgun yolda giderken benzini bitmis. Arabasindan cikmis, bidonu almis, aksam saatleri oldugu icin yolun kiyisinda ezilmemek icin beyaz ceketini giymis. Ve ters yonde giden Ingiliz bir turistin kullandigi arac tarafindan ezilerek hayati son bulmus! Olurken bile kendi kurallarini dogrulamis anlayacaginiz...
A.

Tuesday, June 15, 2010

Feysbukunun yollari tastan

Bir iki yil kadar onceydi, herkes gibi bende gittim uye oldum bu Feysbukuna - bendeki anlatima da bak sanki bayii si var gidip ordan uye oluyorsun :) Ama velhasil kelam ilk etapta bende biraktigi intiba hic iyi olmadi. Herkes bir sova cevirmis isi, hic gormedigin kadar suh kadin fotograflari ortalikta, millet kiminle nerede ne yapmis muhabbetleri resimleriyle birlikte, yok efendim biz suraya gittik, yok efendim sunu yedik bunu ictik. Iyi guzelde paylasimdan cok sov meydanina donmus orasi... bir civik civik iliskiler silsilesi.

Sevmedim biraktim hemen bir koseye - rahibe teresa modumda, hic gelemem boyle seylere :) Taa ki en yakin arkadaslarimdan birinin bebegi olup da resim gonder dedigim zaman bana Feysbukuna koydum ordan bak diyene kadar da bir hesabim oldugunu unutmustum. Bunuda belirtmeden gecemeyecegim insan neden guzelim bebeginin resimlerini boy boy internete koyar yahu? Ben nazar degmesin diye cocugu bile gosteremem herhalde kimselere, kaldiki her turlu pisligi var neden koyarlar en deger verdikleri resimleri boy boy internete anlamam! Ben sevmiyorum kardesim neden en mahrem en guzel anlarimi paylasayim insanlarla herkesin gozu kalsin. Neyse herkesin kendi secimi sonucta. Teyze olduk hatirina girdik, hatta sifreyi bile unutmusumda yeniden aldim falan...

O arada noldu, nasil oldu, nerden bulastim bilmiyorum gittim "FarmVille" adli oyuna bulastim... ve o gun bugundur de yakami kurtaramadim :) Herneyse konu bu degil aslinda. Gel zaman git zaman taa eskilerden ortaokul hatta ilkokul arkadaslarim buldu beni. Feysbuk ilk ciktiginda hep deniyordu ya "aa super bir uygulama ilkokul arkadasini bile buluyorsun" diye. Napacaksan o zamana kadar arayip sormadigin ilkokul arkadasini o da ayri mesele.

Aslinda pek ayri mesele degil, meselenin ta kendisi.
Ilk etapta seviniyorsun "vay ta ilkokuldan arkadasim beni bulmus" diye, muhabbet etmek amaciyla mesaj atiyorsun "napiyorsun? nasilsin? nerelerdesin?" diye. Ama olaylar aslinda hic de bekledigin gibi olmuyor. Cunku hala ilkokul yillarinda kalmis olan saf insan sen! (kendime enayi demek istemiyorum anlayin iste) zannediyorsun ki karsindaki insanlar hala daha senin ilkokul arkadasin, hala o kadar saf ve iyi niyetliler. Yada dahasi cocukluk yillarinda anlamamissin onlarin ne mal oldugunu, konduramamissin, kondurmussan bile diyorsun ki icinde "cocuktuk o zaman, cocukluktu gecti gitti, simdi herkes akillanmistir koskoca insanlar iste".

Yok efendim kazin ayagi hicte oyle degil. Ilk mesajina lutfen! bir cevap geliyor, oyle ustu kapali yazilmis, gecistirilmis, samimiyetten uzak. Sadece senin ne yaptigini merak ediyorlar, nerede oldugunu, evlenmis misin yoksa onlarin umut! ettigi gibi evde mi kalmissin, kocan onlarinkinden yakisiklimi? halin vaktin nasil? calisiyormusun calismiyormusun, nerde calisiyorsun, mevkiin ne... falan filan bir suru zirva... Ve istediklerini elde edip meraklarini giderince geldikleri gibi gidiyorlar, ne bir selam kaliyor ne bir sabah. Hele hele yasam standartlarin onlarinkinden biraz daha iyiyse gelen arkadaslik teklifleri artiyor, neredeyse okul boyunca iki kelime etmedigin yada adini bile hatirlamadigin insanlar eklemeye calisiyor seni. Neden? sirf meraklarini gidermek, ondan bundan duyduklarini kendi gozleriyle gormek yada dogrulamak icin...

Bu kadar mi pervasiz, bu kadar mi kotu olunur. Inanamiyorsun bir kez daha insanlarin nasil boyle olabildiklerine.
Ve insanlarla iletisimi kesip Feysbukunda dunyanin en buyuk ciftcisi oluyorsun sadece oyun oynayarak :)
A.

Monday, June 14, 2010

Türkiye’de uçmayan kalmayacak

Memleketim insani... Sabah sabah guldurdu beni Vahap Munyar'in yazisi...
Almanyaya gidis gelislerimiz sirasinda saka gibi tiplerle karsilasiyorduk -genelde alamancilar tabii ki- ama hicbir zaman bu kadar vahim biseye rast gelmemistik :)


Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın “Uçmayan kimse kalmayacak” mesajı verdiği günler. Anadolu’daki havaalanlarından birinde, özel hava yolu şirketi tam yolcu alırken, yaşlıca bir kadın, kucağındaki horozla güvenlik kontrolüne yöneldi:
- Teyze bu horozu nereye götürüyorsun?
- İstanbul’daki oğluma...
- Uçak içine canlı hayvan almak yasak.
- Ne zararı var? Kucağımda gidecek.
- Olmaz teyze yasak.
Yaşlı kadın kuyruktan çıktı. 10-15 dakika sonra elindeki naylon poşetten kan damlayarak güvenlik kontrolüne yeniden yöneldi:
- Bu nedir teyze?
- ‘Uçağın içine canlı hayvan almak yasak’ dediniz, ben de oğluma götüreceğim horozu kestim.
- Olmaz teyze böyle de alamayız.

Sunday, June 13, 2010

Haftasonu hic bitmese

Cok guzel, sessiz sakin ama verimli bir haftasonu oldu.

Ic ses: tabii tabii hani temizlik yapacaktin? ona noldu nerde verim?

Temizlik planini ertelemem haric tabii ki :) Dun uzun suredir gitmeyi planladigimiz Turk marketine gittik sonunda. Nasil mutluyum anlatamam. Neler aldim neler, oncelikle bol bol bulgur :) kisirsizliktan ve mercimek koftesizlikten olecegiz allah muhafaza. Zeytin, peynir, recel, mehmed efendi kahve, arpa sehriye... nar eksisi bile bulduk cok sevindik. Ama en guzel kismi ince belli cay bardaklari oldu! Allahim bu ne buyuk mutluluktur, bir bardak icin bu kadar mi sevinilir.
Isin gercegi insan yurtdisinda olunca memleketinden ne olursa olsun deli gibi seviniyor. Normalde memlekette olsa suratina bakmayacaginiz urunler nasil guzel geliyor insana. Zaten market dedigimde kocaman bir depo, genelde gemicilere satis yaptiklari hangar gibi biryer. Ama ne olursa olsun insanin gozu ne kalite goruyor ne birsey, yeterki ustunde made in Turkey yazsin, yada daha da guzeli Turkce birseyler yazsin yeter. Utanmasam allahin peynirinin zeytininin resmini cekip koyacaktim buraya :) gerci zeytin bulunmuyor burada hic, peynirde oldukca pahali ve her cesit yok dogal olarak, yani en azindan burada cok degerli seyler bunlar. Bulgur deseniz ne oldugunu bilmiyorlar, cay bardagindan sonra en sevindigim sey bulgur olsa gerek, onun icin abartip bes kilo aldim... hahaha... sabah aksam bulgur yeriz artik.
Alisveris mutlulugu ile hemen bir cay keyfi yaptik tabii, iste onun resmini cektim hemen hatira olsun diye... Canim cay bardaklarim iyi ki buldum sizi, simdi ben ne tatlilar yaparim sizin askiniza.


Bugun de uzun suredir erteledigimiz birsey yapip erkenden kalktik ve evimize cok yakin olan "Chinese Garden" a gittik. Sabah ayilma ve birseyler hazirlama kismi biraz zahmetli olsada, iyi ki gitmisiz.
Kucuk bir golun cevresinde Cin ve Japon bahceleri var. Japon bahceleri pek bir kavruk kalmis gerci cok ozen gostermemisler ama, Cin bahcesi gayet iyiydi. Sessiz sakin, huzurlu, dogayla basbasa birkac saat gecirdik. Sandviclerimizi kemirirken goldeki hayvanlari izledik, baliklar, kaplumbagalar ve daha bi suru bisey... Tek kotu yani golun suyu biraz kirliydi, sanirim cok kucuk oldugundan ve akan su kaynagi olmayisindan. Ama yinede baliklarin boyutu oldukca buyuktu, zannedersem gordugumuz en buyugu birkac kilo ceker, gormediklerimizi bilemem :)
Bol bol resim cektim rahatladim :)
Resim cekmek bana meditasyon gibi bisey.




Iste bu da meshur Konficyus amcamiz... Daha once hic denk gelmemisim sanirim, yada hic merakimi celbetmemis ne ayip! Cocuklugumda tanistim Konficyus ile, babam sacma sapan laflari kendi uydurur uydurur bu garibimin ustune atardi :)) Onun icin her ne kadar benim kafamda pek muteber bir sahis olmasada aslinda onemli bir dusunur kendisi, ozellikle uzak doguda.


Resimleride ekledim, ben yavastan kaciyorum...
A.

Friday, June 11, 2010

Macera devam ediyor - Hala 2

Yine geldik bir cuma gunune, oh ne cok seviyorum su cumalari hele su andaki gibi gunun cogunlugu gitmis ve aksam ustu kahvemi yudumlarken, bir yandan da cuma yazisi yaziyorken degmeyin keyfime.
Haftayi neseli bitirmek ve haftasonuna eglenceli baslamak lazim, eh bundan dolayi "hala" ile olan maceramizin en can alici kismini anlatmak lazim. Bolum1 i kaciranlari buraya alalim.
Simdi gelelim meselenin en civcivli kismina...


Hatirlarsaniz ilk bolumde "hala" nin ne kadar misafir perver oldugundan ve bizi doyurmaya ne kadar merakli oldugundan bahsetmistim. O aksam ki Endonezya yemegi faciasindan sonra zar zor kendimize geldik. Ama ilk gordugumuz dairede gayet hosumuza gitti ve bize uygun geldigi icin tutmaya karar verdik. Hala bize evi tekrar gozden gecirmeyi, ev sahibiyle tanisip ekstradan pazarlik yapmayi ve tum sartlarimizi pesin pesin gorusmeyi tavsiye etti. Bunun uzerine ev sahibi ile bulusmaya gittik. Daha dogrusu once hala ile bulustuk metro istasyonunda.

Esim her zamanki gibi isten cikip gelecek, biz hepimiz istasyonda bulusacagiz plan bu. Ben sans eseri birkac dakika gec kaliyorum. Neden sans eseri dedigimi anlayacaksiniz az sonra. Gittigimde esimle hala birlikteydi, baktim bizimkisi alismis halanin konusmalarina onu dinliyor. Yanlarina yaklastim, merhaba falan derken hala elime bir bardak tutusturdu, icinde sicak beyaz birsey var bardagin. Aynisindan esimin elindede var. Ne bu dememe kalmadi ic bak gorursun dedi bana. Bu arada hala da diyorki senin bu kocanin rengi cok soluk iyi beslenemiyor ondan aldim diye. Ben her ne kadar "yok benim kocam sarisin oldugundan oyle, ben onu iyi besliyorum" falan desemde nafile... Hala hayatinda sarisin insan gormemis onun icin benimkini sagliksiz zannetti besliyor. Hadi o soluk benizlide bana neden aliyorsun o aldigindan, masallah kan fiskiriyor yanaklarimdan daha ne. Yok anam babam dedim ya hala insan beslemeye merakli diye, kurtulus yok icecegim.

Ictim... icmez olaydim... Allahim o nedir oyle, bildigin tavuk suyu aromali sut! Hemde sicak, hemde Singapurda bu sicakta! Ogurmemek icin zor tuttum kendimi, kadin gozumun icine bakiyor. Baktim benim adam yarilamis bardagi, dedim "napiyorsun sen nasil ictin onu?" "Napayim tutturdu iceceksin diye gozumun icine bakiyor mecbur iciyorum" demezmi. Aglayayimmi guleyimmi aglanacak halimize bilemedim. Bu arada o ictigimiz tavuk suyuna corba modeli seyin ne oldugunu anlamaya calisiyorum tabii... Megerse soya sutu imis! Icinde tavuk falan yok yani ama bildigin sicak tavuk suyu aromali sut.

Iki yudum aldim nezaketen, elimde tutuyorum hala bastiriyor "ic hadi niye icmiyorsun, bak bitir onu hemen" diye. Yok sicak biraz sogusun falan dedim ama dusunuyorum bir yandan ne sekil yapsam da doksem diye.
Duser gibi yapsam da elimden kaysa dokulse sut mesela? yok anam kesin ustumu basimi batiririm birde ben tavuklu sut kokarim, hem ev sahibiylede gorusecegiz. Kaldiki sut jumbo boy! yerde yuvarlansam dokulmez hepsi kalir bende bu sans varken.
Bir yere doksem? Kadin gozumun icine bakiyor ne dokmesi. Hem dedim ya kazanla diye, dok dok bitmez.

Neyse biz sutle beraber gittik baktigimiz daireye, ben elimde sut hala bana her bakisinda pipeti agzima goturup icermis gibi yapiyorum tabii! Ama her ne hikmetse bitmiyor bizim sut :) Bu arada kocacigim azim etti icti o sutu :)) Tam sitenin bahcesindeyiz bana dedi ki "birak suraya kenariya kimse gormez unutmus gibi yaparsin" diye. Bende ona uydum biraktim havuzun kenarina otlarin yanina. Sonra ev sahibiyle tanistik, evi yeniden gezdik bastan sona. Dediler "hadi inip bahcede oturalim konusalim sartlari" diye. Bahceye indik, cardaga oturduk ama ne goreyim! benim sut tam karsimizda durmuyormu!! Kabak gibi ortada kafayi cevirdigimiz anda goruluyor. Ay allahim ecel terleri doktum, H. ile karsilikli bakisiyoruz birbirimize ne yapsak diye. Ne kontrat var kafamda ne bisey, karsidaki sute odaklandim birtek gozum baska hicbirsey gormuyor. Yaklasik 1 saat kadar devam etti benim ecel teri dokusum, bilmem hala gordu bilmem gormedi, bence coktan gordu ama farkettirmedi. Oradan cikinca "aa ben sutumu unuttum, nerde acaba" numarasi yaptim bir yigin - vallahi benden korkulur!

Velhasil o gun o sutten kurtuldum ama hergun is donusu ayni kokuyu aliyorum istasyonda, soya sutu satan dukkanin onunden gecerken. Her seferinde esimle birbirimize diyoruz "sana sut alayimmi?" diye :) Isin garibi o dukkan insanlarla dolup tasiyor! Insanlar bardaklarla siselerle alip evlerine goturuyorlar o soya sutunu, sasilacak sey dogrusu.
A.

Thursday, June 10, 2010

Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber

Dayanamayip bunu da paylasiyorum...


BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM

Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
Gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
Odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...

Fedakârlığımı anlıyorsun,
Vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan,
Senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
Yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
Külümün içinde külün,
Ta ki bir savruk gelin, yahut vefasız bir torun
Bizi ordan atana kadar...
Ama biz o zamana kadar
O kadar karışacağız ki birbirimize,
Atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
Bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse,
Sapında muhakkak iki çiçek açacak,
Biri sen biri de ben.


Ben daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey belki diyor...

18 Şubat 1945

Dev gibi sevgiler

Gectigimiz gunlerde aklima dustu birdenbire Nazim Hikmet ve o hic bikip usanmadan binlerce kez okudugum essiz siiri. Gazeteleri acinca gordum ki bosa degilmis aklima dususu, malummu oldu ne? Olum yildonumuymus sevgili Nazim Hikmetin...
Simdi icimden geldi paylasayim dedim, ne cok severim ben bu siiri ve ne derinden etkiler beni her okuyusumda...


O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
Bahçesinde ebruliii hanımeli açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin,
Yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını
Bahçesinde ebruliiii hanımeli açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın,
Yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
Girdi zengin bir cücenin kolunda,
Bahçesinde ebruliiii hanımeli açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz,
Bahçesinde ebruliiiii hanımeli açan ev..

Nazim Hikmet

Wednesday, June 9, 2010

Gerceklesen bir kulkedisi masali

Ne tatlidir ilk genclik yillari, ilk asklar, ilk heyecanlar... Nice kurbagalari prens olacak hayali ile opmeye calisiriz ve hatta operiz cogu zaman. Geriye kalan sadece kurbaganin yapis yapis tadidir dudagimizda, incinir uzuluruz ama yilmayiz.
Hele ne narindir kiz cocuklari, hemen sevmeye ama bir o kadar da yaralanmaya meyilli. Herseye pir pir eder insanin kalbi o yasta, akli bir karis havada buyumeye de ne cok hevesli. Bilmez yillar sonra hep ah eder icinden o yillara geri donsem, hic buyumesem diye... ama nafile.

Kucuk bir oykum var bugun size, hani olur ya bazen hayaller gercek olur, hani kucucuk seyler cok onemlidir o yaslarda, hersey ona baglidir olmazsa dunya batar, olursa da dunyalar sizin olur :)
Iste oyle birsey;

Yilsonu balosu vardi kucuk kardesin, o ne heyecan ne heves. Tam da genc kizliga yeni adim atilmis, gonlunden geciyor ki en guzeli olsun balonun. Kim istemez ki! Tabii ki tum diger kulkedisi masallari gibi en onemlisi elbise... Ve elbise arayislari basliyor, o begeniyor cevredekiler olmaz diyor, digerlerinin begendigide ona vasat geliyor yada ici isinmiyor... Bu hikaye boyle surup gidiyor, genc kiz yavas yavas umidini kaybediyor, bazen de hevesini. Kiziyor bazen, o hircinlikla ben gitmeyecegim diye kapris yapiyor ici burkula burkula. Gunler haftalar geciyor, elbise arayisi bir turlu sonuclanmiyor, ta ki o gune kadar...
Anne her zaman seyrettigi programi izlerken ortaya bir pembe elbise cikiyor, ruya gibi. Anne kiza sesleniyor kiz kosup geldiginde hayallerindeki elbiseyi goruyor ekranda. Pespembe ucusan kumaslar... Ve o anda o elbisenin onun olmasini diliyor. Saniyeler icerisinde programdan bir anons geliyor "Bu elbise bir genc kiza hediye edilecek" diye. Genc kiz kulaklarina inanamiyor, dunyalar onun oluyor, ama dusunmeden de edemiyor kimbilir kac kisi talip olacak o elbiseye, sansi kimbilir kacta kac.
O kadar cok istiyor ki genc kiz elbiseyi, oturup bir siir yaziyor ugruna;

Ben aynı bir külkedisi
Olmak ister balonun güzeli
Bekler durur elbisesini
Gözünü alır pembesi
Çok zaman alır beğenmesi
Ama yoktur sihirli perisi
Duyurabilmek için sesini
Yazar duygulu şiirini

Siirini de ekliyor elbiseye talip oldugunu belirtirken. Saatler gunler bir tulu gecmiyor, bekledigi yanit bir turlu gelmiyor genc kizin. Heyecandan gozune uyku bile girmiyor neredeyse... Ve birgun cabalari sonuc veriyor genc kizin, dualari kabul oluyor. Birkac gun icerisinde elbisenin onun olacagi haberi geliyor, havalara ucuyor kiz. Ve goruyor ki peri masallari gercek olabiliyormus eger cok isterse...

Bu kucuk peri masalinin bas rol oyuncusu blog sahibesinin kucuk kardesi... Ve bu kucuk masali gercek yaptigi icin buradan Derya Baykal ve ekibine - Deryali Gunler'e tesekkurlerimizi gonderiyoruz.
A.

Dip not: Simdi hevesle balo gecesi beklenmekte :)
Dip not2: Resimler orjinal elbiseye aittir, ne yazikki kisisel bilgi ve fotograf yayinlamama prensibimiz oldugu icin elbisenin icindeki kucuk kulkedimiz simdilik yok ortada :)

Monday, June 7, 2010

Singapurdan kisa kisa notlar

-Insanlari inanilmaz sicak ve sevecen, hele hele Almanyadan sonra bize inanilmaz geldi.

-Yilin dort mevsimi hava sicakligi genelde ayni, ama yinede Mayis Temmuz arasi en sicak donem, Aralik ayida en cok yagis aldigi zaman.

-Yagmur bir yagmaya basladimi dur durak bilmiyor, sadece birkac saniye icerisinde ic camasiriniza kadar islaniyorsunuz, semsiye falan yalan. En iyisi kara bulutlar yaklasirken gorunce disari cikmayip beklemek. Oyle ben yagmurda islanmaya bayilirim falan yok, dayak yemisten beter oluyorunuz oyle hizli ve cok yagiyor.

-Ancak en guzel yani en kotu yagmur bile yarim ila bir saat arasi duruyor ve birden gunluk guneslik bir hava buluyorsunuz.

-Eh tabii bunca yagmura inanilmaz bir bitki ortusu var. Daha once gormedigim bircok agaci, cicegi gordum. En ilginci de agaclarin govdeleri... Agac govdelerini cogunlukla diger asalak yesillikler kaplamis, govdeyi goremiyorsunuz pek, oyle karman corman yemyesil birsey, tipki filimlerde gordugumuz yagmur ormanlari gibi. Unutmayayim da bir ara resmini koyayim :)

-Halkin cogunlugu Cinli, Malezyali, Endonezyali ve Hintli. Araya bizim gibi karisanlarda var tabii.

-Oldukca kucuk bir sehir devleti, sehrin yada ulkenin bir ucundan bir ucuna otoyoldan yaklasik 1 saat suruyor.

-Nufusu yaklasik 4 milyon civarinda oldugu icin cok kalabalik bir ulke, ozellikle hafta sonlarinda veya tatillerde Istanbulun kalabaligini aratmiyor.

-Para birimi S$ yani Singapur dolari, 1 Singapur dolari yaklasik 1 Turk Lirasina esit.

-Tatil icin cok uygun bir ulke degil cunku denizi ve plaji yok, sadece yapay bir plaji var oda parali ve deniz kirli. Ancak cevredeki ulkelere ulasmak cok kolay ve uygun tatil yerleri var.

-Alisveris cenneti bir ulke, oldukca fazla alisveris merkezi var ve hergun dolup tasiyor. Dunyanin en unlu ve buyuk moda evlerinin yada markalarinin magazalarini bulabilirsiniz kolaylikla, bunun icin adres "Orchard Road" yani orkide yolu.

-Singapur Orkidenin ana vatani. Hayatimda ilk defa bu kadar cok ve cesitli orkideyi bir arada burada gordum.

-Ulusal sembolleri deniz aslani yani diger adiyla "Merlion", su resimde gordugunuz aslan kafali balik kuyruklu sey yani.


-Singapurda inanilmaz bir yemek cesitliligi var. Genel olarak bulabileceginiz oncelikle Cin Mutfagi, Endonezya ve Malezya Mutfagi, Japon Mutfagi, ve Hint Mutfagi tabii ki.

-Cin Mutfaginda oyle cok fazla bocek cucek, yilan falan yok ama yinede bizim yemedigimiz bir yigin garip seyi yemekteler. Ayrica hep yillardir bildigimiz "uzak dogu mutfagi cok saglikli" klisesi kesinlikle yalan, cunku Cin yemekleri gordugum en yagli ve agir yemeklerden biri. Kizartmaya bayiliyorlar.

-Endonezya mutfagi kesinlikle facia! Iki onceki yazimda anlattigim gibi yemeklere garip seyler koyuyorlar tadlari cok garip ve genelde tatli seylerle de karistirabiliyorlar.

-Japon Mutfagi (bizim en cok sevdigimiz) sadece cig balik demek degil, bircok farkli secenek var. Ozellikle Japon usulu barbeku restoranlari ve Tempura benim favorilerim.

-Burada disarida yemek yemek cok normal birsey, cunku yemek oldukca ucuz. Ozellikle "Hawker Centre" adi verilen bir suru kucuk kucuk dukkandan olusan yerler cok populer. Adini yanlis yazmis olabilirim :) Yemek oldukca ucuz ama temizlik standardlarida oldukca dusuk.

-Singapur ozellikle taze meyva ve sebzeye doyulacak bir yer. Oldukca farkli ve cesitli meyva ve sebzeler var, ilerleyen zamanlarda bunlari ayrica yazacagim, simdilik resimlerini toparlamaya ve tadlarini denemeye calisiyorum :)

-Neredeyse her kose basinda taze meyva suyu satan yerler bulabilirsiniz, o kadar taze ki meyvayi gozunuzun onunde SIKIYORlar.

-Durian adli cok meshur bir meyvasi var, gorunumu kestaneyi andiriyor, kokusu ise lagim cukurunu :))) Tadinin cok guzel oldugunu soyluyorlar ancak kokusu igrenc otesi. Kokuya dayanabilenler tadina bakiyor :) Ben simdilik sadece durianli dondurmayla yetindim, bir sure sonra agizda antep fistigi aromasi birakan bir tadi vardi. Gercek meyvayi denemek icin Temmuz ayini bekliyorum, durianin gercek mevsimiymis.

-Singapur uzakdogunun incisi teknolijide ilerlemis bir ulke. Teknolojik urunler oldukca ucuz. Ama bununda suyunu cikarmislar, mesela telefonu olmayan insana uzayliymis gibi bakiyorlar. Ve hatta neredeyse her 3 insandan ikisi elinde iPhone ile yasiyor, inanilir gibi degil.

-Oldukca gelismis bir ulke ancak ne yazikki yinede batili ulkelerle kiyas kabul etmez hala daha "ataerkil" yasayan bir toplum, insan haklari kesinlikle goz ardi edilen bir ulke.

-Insanlar cok fazla somuruluyor, cok yasli insanlar hala daha ise gidip geliyor sadece uc bes kurus icin. Bunun en onemli sebeplerinden biri de insanlarin emeklilik birikimleri ile zar zor bir ev alip, geriye ellerinde birsey kalmadigindan tekrar calismak zorunda olmalari.

-Hintliler genellikle amelelik yapiyor, yerliler cok fazla bu isi yapmiyor. Buradaki hintliler bir nevi Turkiyedeki dogudan gelen ameleler gibi. Ayni mentalite, cok daha kotu kosullar.

-Insanlari araclarin arkasinda koyun gibi tasimak yasal ve hatta her arac icin insan tasima sayisi var. Kaldiki bu ustu acik araclarin suruculeride gercekten canavar gibi arac kullaniyor.

-Trafik ve suruculer cok kotu, bazen Turkiyeden bile kotu. Taksiye binince mutlaka arka koltukta kemer takmak lazim. Ancak taksiler oldukca ucuz, yani burada ogrendik ki taksi binilebilen birseymis :)

-Sehrin genelini kapsiyan MRT isimli metro sistemi ile ulasim sorunu bir miktar cozulmus yalniz yine de MRT ler oldukca kalabalik, ozellikle sabah ve aksam is saatlerinde.

-Yerlesim yerleri genelde iki cesit, bir devletin sagladigi HDB adi verilen toplu konutlar, bir digeride luks guvenlikli havuzlu Condominium isimli siteler.

-Kiralar inanilmaz yuksek, HDB ler icin bile normal bir daire icin ortalama fiyat 1500-2000S$ civari. Ev satin almak da neredeyse imkansiz, milyon dolarlara varabiliyor ev fiyatlari.

-Ancak devlet halkina cok yardimci bu konuda, ozellikle yeni evlenecek genc ciftlere HDB daire alimi konusunda kolayliklar sagliyor. Tek sart Singapurlu olmak.

-Singapurda her turlu yasam formunu bulmak mumkun, bocekgiller gibi... ve hatta evinizde agirlamak da mumkun. Biz simdilik bir kismiyla mutesekkir olduk umarim gerisiyle pek tanisma firsatimiz olmaz diyorum :)

Sanirim simdilik aklima gelenler bunlar...

Nereden mi cikti simdi bu? Zaten vardi uzun zamandir kafamda. Singapur gozlemlerimi yazmak bir turlu firsat olmamisti. Tabii bu liste uzar gider, ben yine aklima geldikce yazarim...
A.

Friday, June 4, 2010

Iyi sanslar melegime

Cuma yazisi derken ben hizimi alamadim benim yazilar birdi iki oldu :)
Eger sinava giren yakininiz varsa biliyorsunuzdur, malumunuz bu hafta sinav haftasi. Ve benim guzel gozlum, canim kardesimde hayatinin su ana kadarki en onemli ve stresli sinavina giriyor. Yakinda liseli olacak :) Aslinda bu sinavin ileride hayatinda ne kadar da onemsiz ve kucuk bir yer kaplayacagini bilmiyor henuz. Stres yapiyor uzuluyor, yasitlari gibi o da anlayamiyor henuz bu duzen denen dislinin neden onlari adam etmek yerine oguttugunu ve aslinda esas bunlardan saglam cikabilenlerin adam olabildigini gercekte.
Ogrenecek o da, bizler nasil ogrendiysek, digerleri nasil ogrendiyse...
Simdilik elden gelen birsey yok dua etmekten baska, cunku biliyorum ki kucuk kardes elinden geleni yapti. Ve umut ediyorum ki Allah emeklerinin karsiligini bosa cikarmasin. Sizlerde dua edin olur mu? Benim kardesim ve tum calisip emek sarfeden gencler icin.
Hersey gonlunce olsun kucuk kardes, senin yaninda olup elini tutmak isterdim sinava girene kadar. Yaninda olamadigim icin beni affet ama dualarim ve tum kalbim seninle olacak bunu biliyorsun.
Basarilar.

Ama benim bunu yazmam lazim

Yogun bir haftaydi ve de oldukca sicak gunler. Neseli birseyler yazmak lazim ki biraz yuzler gulumsesin, hem belki su lanet bas agrisida birakir yakami kimbilir. Yahu kardesim insan sabah uykudan bas agrisiylami uyanir ya nedir benim bu cektigim koca kafamdan :(
Uzunca zamandir aklimdaydi bu konuda bir turlu yazmak kismet olmadi, cunku olayin tekamulu bizim ev arama zamanlarimiza denk geliyor dolayisiylada internet yok, dis dunyaya bagimiz kopmus falan, eh haliyle yazamadim o zamanlar... Neden aklimda derseniz aslinda neredeyse her gun is donusu eve giderken geliyor ve ah bak bir yazamadim diyorum her seferinde gulup geciyorum.
Efendim simdi biz Singapura ilk geldigimiz haftalardaydi tabii ki dogal olarak ev bakmaya basladik. Ama her yerde oldugu gibi buranin da usulu bir bambaskaymis. Oyle ben kendim ilanlara bakayim, gazeteleri arastirayim falan tutmuyor burda. Kuzu kuzu bir emlakci buluyorsunuz kendinize, hatta iki uc ve daha fazlasinida bulabilirsiniz sizin ev gezip gorebilme kapasitenize bagli. Ben once bir artistlik yaptim yok emlakciya gerek yok biz kendimiz buluruz falan diye-okumusta olsa cahilde biz Turkler hep ayniyiz sanirim :) Ama imkani yok hangi ilani arasaniz karsiniza emlakci cikiyor, birde oyle boyle degil kiracinin ayri emlakcisi var burada ev sahibinin ayri. Yani isler duble karisik.
Once tanimadigimiz ama musluman oldugu icin guvenilir! buldugumuz bir emlakci bayanla gezmeye basladik gosterdigi evleri. Ayrica unutmadan soyleyeyim bu ulkede soylede bir durum var ki kiralar ates pahasi. Misal Istanbulun en luks semtinde en luks ve kocaman dairelerine verilecek kiradan fazlasini veriyoruz biz kucucuk iki oda eve. Iste bu bayan bizi gezdiriyor oraya buraya, ben daha ise baslamamisim henuz, esimde yeni basladi isten cikip geliyor kostur kostur. Kadin bize hep bizim istedigimiz limitin ustunde evler gosteriyor sonrada evi tutacakmisiz gibi bir beklentiye giriyor. Zaten burada adet buymus yabancilarin cok fikri olmadigi icin secenekleri kisitli tutup evi kiralamaya mecbur birakiyorlarmis. Bir sure sonra bu bizden SIKILMIS olmali ki boyle bir "e hadi bu evi tutsaniza niye tutmuyorsunuz" havalarina girdi. Burada yakin arkadaslarimiz var yerli - HL ve M.- yerli derken yamyam gibi bisey oldu :) oyle degil yani Singapurlu :) onlara sorduk haliyle su site nasil bu fiyat nasil diye. Onlarda yok olmaz o site cok eski o fiyata falan diye akil verdi. Bizde dogal olarak arkadaslarimizin sozune uyarak kadina dedik yok cok pahali daha dusururse ev sahibi fiyati tutariz diye. Ay sen bu musluman! diye guvendigimiz kadinin icinden canavar cikmasinmi! Bize gayet kibar bir yolla en begendigi lafi en pesin soyleyip dunyanin lafini soktu arkadas. Hic gelemem boyle seylere hemen ilisik kesildi tabi onunla.
Bu arada arkadasimiz HL nin halasi (daha dogrusu teyzesi ama adi hala kaldi bir kere) emlakci. Ilk basta biz ona soylemeyi dusunuyorduk ama en basta "bedava" "yok degil komisyon alirim" "yok yok yarisini alirim" diye ortalik bir karismisti, bizde biz kendimiz buluruz diye artistlenince kalmisti hic tanisamamistik. Eh diger emlakci faciasindan sonra bizim tepemiz atti tabii, hem zaman gittikce daraliyor ve bize gelmisler findik kabugu kadar otel odasinda 15 gundur yasamaktan hemde sicak vurmus beynimize hergun gez dolan havuzlu sitelerde millet yuzerken mis gibi senin bir tarafindan ter suzulsun... Aldim telefonu aradim "hala" yi dedim ben A. siz bize bir ev buluverin de bitsin bu is.
Neyse efendim hala birkac gun icinde beni aradi dedi ki size birkac ev buldum gosterecek bulusalim aksam gidip bakalim. Tamam dedik bulustuk. Oyle sirin, ufak tefek, oldukca genc gosteren (yani pek de hala ya benzemeyen), uzak dogulu (aman bildigin cinli iste) bir bayan. Gel gorki bir konusmaya basladimi yakala yakalayabilirsen. Zaten yeni gelmisiz, Singapur aksanina alismak oyle zorki en az bikac ay istiyor kaldiki biz onceden antremanliyiz bu konuda ama kac yazar, hatta o kadar abarti kendileri bile "English" yerine "Singlish" diyorlar Singapur lehcesi anlaminda... "Hala" konusuyor ben surekli aptal aptal gulumseyip kafa salliyorum. Bazi yerlerde "Nice" "Fine" "ah" "ok" seklinde sacma sapan ve anlamsiz tepkiler veriyorum ki anlasilmasin molozlugum :) Son olarak farkettim ki hatun bisey sormus ben mal gibi gulumseyip kafa salliyorum o da suratima bakip cevap bekliyor :)
Neyse sonunda taksi yolculugumuz bitti biz varmamiz gereken yere geldik. Esimle bulustuk metro istasyonunun onunde, merhaba fasli bittikten sonra "hala" aldi yine sazi eline konusuyor araliksiz. Ama ben son 15-20 dakikadir dinledigim icin artik yavastan yakaliyorum biseyler. Esimde durum vahim, kaldiki onun ingilizcesi benden daha akicidir her zaman. Her cumle sonunda beni durtuyor "Noldu? ne dedi? napicakmisiz?" her ne hikmetse ben cevirmen rolundeyim cok anliyormus gibi :) Ben her iki cumlede bir "suraya gidiyormusuz, bu kadarmis, ozellikleri suymus" diye bilgi veriyorum. Tabi hala da anlam veremiyor bu garip konusmalara garip garip bakiyor bize arada.
Ay lafi cok uzattim yine halbuki daha anlatacagim seye gelemedim bile :)

Efendim o gun evi geziyoruz bakiyoruz falan sonrasinda karnimiz ac diye yakindaki bir alisveris merkezine goturuyor hala bizi, birde yegeninin arkadaslariyiz ya hani hosgeldiniz modunda bir misafir perver bir misafir perver sormayin. Endonezya restoranina goturuyor bizi. Geldigimizden beri en buyuk sorunumuz yemekler tabi, burda bizim yemedigimiz ve alisik olmadigimiz bircok sey yendigi icin yemek seciyoruz ama karsimizdaki kisilerde cok misafir perver olduklari icin kirmamak lazim, yani napiyoruz resmen kiviriyoruz, uyduruyoruz boylece mumkun olan en adam gibi seyi yemeye calisiyoruz. Hala bizim domuz yemedigimizi ogrenmis HL'den onun icin bizi Endonezya restoranina getiriyor cok sukur onu bir atlatiyoruz. Ama sonrasini atlatamiyoruz o kesin. Birde burada oyle pis bir adet varki, sofraya bir suru sey soyluyorsun paylasiyorsun, yani soylenen herseyden yemek zorunda kaliyorsun aa ben ondan yemezdim yok, yada kendi tabagini ismarlayip rahatca sadece onu kemirmek de yok. Dolayisiyla hala vicik civik, bizim ne oldugunu pek anlayamadigimiz birseyler ismarliyor. Ben sadece aci olmasin diyebiliyorum, guvende olmak icin de tavuklu bir facia ismarliyorum ki :) facia oldugu gelince anlasiliyor cunku tavuk hindistancevizi sutuyle yapilmis bir yemek. Biricik esim de birazcik kurtarma umidiyle patlicanli bisey ismarliyor, hani sebze ve bildigimiz bisey ya o bakimdan. Allahim o ne patlican oyle, yedikce alev alev yaniyoruz agliyoruz sipir sipir, yemek ne mumkun.

"Hala" nin ismarladiklari icinde "otah" diye birsey var, balik ezmesi gibi birsey. Diyemiyorsun igrenc gorunuyor ben bunu yemem diye - AYIP! Kadin gozunun icine bakiyor, tum misafir perverligi ustunde. Aliyorsun kuzu kuzu onu da tabagina. Allahim o nasil birsey oyle balik tadi falan yok, kokmuyor korktugum gibi... Cunku icine cif katmislar! Anam yutamiyorum bulasik deterjani gibi bir tadi var. Agzimda dondurdukce cif tadi daha cok geliyor, birseyler yapmaliyim ama ne. Iste o arada gozume icecegim takiliyor ve yarim bardagi bir dikiste goturuyorum. Iste o anda H. ile goz goze geliyoruz!! Ta ta ta tam... Cifin tadina o da bakmis :) Hayatta bu kadar caresizce birbirimize baktigimizi hic hatirlamiyorum, ama bu son degilmis sonradan ogreniyorum :)
Oyle yada boyle ciflerimizi bitiriyoruz ve diger vicik civik acili seyleride. Sonrada ogreniyoruz ki o cif tadinda sey endonezya yemeklerinde hep var, ya bir baharat, ya ot kok bisey, ya da sos. Ne oldugunu hala bilemiyoruz cunku kimseye soramiyoruz "bu yemegin icindeki bulasik deterjani tadindaki igrenc sey nedir?" diye.
Gel gor ki benim bugun anlatmayi planladigim sey bu degildi, "hala" yla olan bir diger maceramizdi. O da bir sonraki sefere kaldi cunku daha simdiden blogu actim acali yazdigim en uzun yazi olmus bile.
Hepinize iyi bir hafta sonu dilerim, agzinizin tadi bozulmasin ;)
A.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails