Thursday, September 30, 2010

İşsiz

Cok severek okumusumdur hep Bekir Coskun'u. Siyasi dusunceleri bir yana kendime yakin hissetmemin, birseyler bulmamin en buyuk sebebi gozunu budaktan sakinmamasi, sonu nereye varirsa varsin dogru bildigini soylemekten cekinmemesidir. Zaten onun icin Hurriyet gazetesindeki kosesinin adi "Dokuzuncu koy" idi. Kovuldu, dokuzuncu koyden bile... Yine vazgecmedi dogru bildigini soylemekten.

Iste bu sebeptendir belki kendimi yakin hissetmem, cunku bende hicbirseyden cekmemisimdir su hayatta dilimden cektigim kadar. Rol yapamam, yalan soyleyemem, dogru bildigimi direk soylerim ve sonuc olarak bir sonraki koyu aramaya baslarim :)

Neyse efendim konumuz ne siyaset, ne Bekir Coskun'un kovulusu, ne de ben. Az once Bekir Coskun'un 28 Agustos 2010 tarihli HaberTurk yazisina denk geldim (bu arada bu da son yazilarindan biriydi, cunku oradan da kovuldu kisa sure once) ve okurken bogazim dugumlendi. Halime ve sabahlari ayaklarimi suruyerek geldigim isime sukrettim :) Paylasayim istedim...


BİRKAÇ gün önce işsizden mesaj gelmişti. Kısacık notunda diyordu ki:"Rüyamda işe girmişim..."

İşsizin sabah uyanışı farklıdır, hiç unutmadım...
Uyanışın bir-iki saniyelik o ilk intikal anında, kötü bir şey olduğunu, içindeki sızıyı hisseder de işsiz, sebebini birazdan hatırlar:İşsizdir...
Sabahları bir işe yetişecekmiş gibi hazırlanır işsiz...
Oysa ulaşmak istediği şey sadece umuttur...
Onun da nerede olduğunu bilemez, bilse yetişemez...

Şu KPSS...
Bir büyük rezaleti anlatsa da bize...
Aslında dağıtılacak umudun az, umut bekleyenlerin çok oluşundan kaynaklanır...
Egemen güç; o umudu kendi çocuklarına veriyordur sadece...
Kimsesi-arkası-gücü olmayan işsiz gençlerden çalıp da...
Ve daha iş hayatının ilk muhtemel adımında, bir ulusun tüm gençlerine cingözlüğün-avantacılığın-ahlaksızlığın-biat etmenin her zaman işe yaradığını öğretir egemen güç...

Ben anılarımda en çok işsizin akşamlarını hatırlarım...
Eve giden son köşedeki duraksamayı...
Köşenin bu yanında o gün için tükenen umut...
Öbür yanında ezik bir yürekle içine adım atılması zor bir ev...
Akşam sofrasında boğazdan geçmeyen düğüm düğüm lokmalar...
Bakışların sessizliğindeki sorular...
Herkes geceleri yaşarken, ışığı söndürülmüş bir odada, kimsenin asla duymadığı o uzun çığlık...
Ve kimseye duyurmadan ağlar işsiz...Ben bilmez miyim...

Birkaç gün önce mesaj atmış, notunda diyordu ki:"Rüyamda işe girmişim..."

Wednesday, September 29, 2010

Vietnam Gezisi - Ho Chi Minh City - son gun

Aradan gecen iki haftadan sonra Vietnam gezisinin son gunune geldi sira. Normalde ben resim cekerken koca kisisi bunalir hemen, acele ettirir hadi devam edelim diye. Geziden dondukten sonra da resimlere bakarken demisti yine 3000 tane fotograf cekmissin diye :)

Bilgisayara yuklerken farkettim hakliymis adam :) Canim cikti fotograflari yukleyecegim diye, aman bu da kalmasin aman su da onemli ydi falan derken neredeyse yuz fotograf oldu. Yok bundan sonra bu kadar cok fotografli gezi yazisi yok ona gore :)

Neyse efenimmmm, dedigim gibi geldik gezimizin son gunune. Ilk iki gunu kacirdiysaniz suradan ve suradan ulasabilirsiniz.

Ben her zaman oldugu gibi gitmeden once arastirmistim biraz nereye gidelim nasil gezelim diye. Arastirirken karsima hep "yuzen pazar" (floating market) ve Cu Chi Tunelleri cikmisti. Oraya gittigimizde oteldeki gezi programlarini inceledik biraz. Oteller harici bircak turizm acentasi da bir suru tur programi hazirliyor, bulmak ve ayarlamak hic zor degil yani. Oteldeki gezi programindan yuzen markete ve Cu Chi tunellerine gitmek icin bir gunluk bir geziye katilmamiz gerektigini ogrendik. Cunku her ikisi de sehrin oldukca disinda. Ama ben ayrica Mekong deltasi turuna katilip, sandallarla kanallar arasinda dolasmak istedigim icin isler iyice karisti.

Cu Chi tunelleri zamaninda Vietkong'larin Amerikalilardan kacmak ve saklanmak amaciyla olusturduklari yaklasik 250 km lik bir tunel sistemiymis. Ayrica oda, mutfak gibi bircok yer insa etmislerki aylarca yuzeye cikmadan iceride yasiyabiliyorlarmis. Tabii yukarida yakalayamadiklari Vietkong'larin tunellerde oldugunu goren Amerikalilar iceriye girmeye calismis ancak tunellerde SIKISIP kalmislar. Yuzen pazar ise yine Mekong deltasi uzerinde, yerlilerin sallariyla gelip yetistirdikleri sebze meyvalari sattiklari, yuzen hal gibi bir yer. Oranin da en guzel zamani sabah cok erkenmis. Sadece onun icin bir gunumuzu harcamak istemedik.

Biraz dusundukten sonra Cu Chi tunelleri ve yuzen pazari es gecip baska bir tura katilmaya karar verdik. Cunku klostrofobimiz olmasa da bir insanin ancak sigdigi, surunerek girilen tunellere gitsek de giremeyecegimiz kararina vardik. Birde okudugumuz notlardan yer altinda yapilan tuneller ve yasam alanlarinda yarasalar, bocek ve surungenlerle karsilasabilecegimiz bir yer oldugunu gorunce vaz gectik. Dolayisiyla "My Tho" turuna katildik.

My Tho, Ho Chi Minh sehrine yakin bir baska sehir. Yaklasik 1.5-2 saat suren bir yolculukla My Tho sehrine vardik. Yol boyuncada surekli cevreyi ve insanlari gozlemleme sansimiz oldu. Ayrica rehber yol boyunca savasin detaylarini, ulke ile ilgili detaylari ve yeni durumu aktardi bize. Anlattiklarindan kisa kisa aklimda kalanlar;

- Fransizlar yaklasik yuz yildan fazla bu ulkeyi esaret altina almislar. Iste onun icinmis bizim baktigimiz bazi yerlerde Fransa esintileri gormemiz.

-Amerikalilar Fransizlara yardim ayagiyla ulkeye girip yapmadiklarini birakmamislar daha once bahsettigim gibi. Gercek giris sebepleri ise zengin yeralti kaynaklari! ve stratejik bir onemi olan ulkeyi elde tutmak! - Bu kisim size birsey cagristirdi mi acaba?

-Amerikan savasi ile ulke ikiye bolunmus, kuzey kisim yani komunist kisim ve guney kisim yani Amerikanci, Amerikanin kontrol altinda bulundurdugu kisim.

-Bolunen ulke ancak 70'li yillarin sonunda birlesmis ama surekli bir kuzey guney catismasi yasanmis. Daha yeni 2007 yilindan itibaren hayat normale donmeye baslamis.

-Vietnam'da savas sonrasi iyice fakir dusen devlet halki icin hicbirsey saglamiyor. Egitimde ve saglik hizmetleri de tamamen parali. Yani parasi olan ailelerin cocuklari okula gidebiliyor ancak (sirf bunu duyunca bile ne kadar sansli oldugumuzu dusundum, bizdeki cocuklarda okuldan ve derslerden kacmanin yolunu arar).

My Tho sehrine vardiktan sonra hemen oradaki limana (daha dogrusu iskele demeliyim) yanastik. Oradan gordugunuz kucuk teknelerden (sandalda denebilir) birine binip karsi taraftaki dort tane adadan bir tanesine gectik. Adalarin her birine dort kutsal hayvanin ismi verilmis. Ejderha, Phoenix, Unicorn (yani tek boynuzlu at) ve kaplumbaga. Ejderha krali, Phoenix kraliceyi ya da disiyi -Ying Yang anlayisina gore- Unicorn bilgeligi, kaplumbaga da uzun ve saglikli bir yasami simgeliyormus. Bana sorarsaniz adalar sadece fakirligin ve sefaletin simgesiydi :(



Bu resimde gordugunuz kucuk hanim babasinin teknesinde ona eslik ediyor, ya da babasi calisirken saskin saskin etrafa bakiniyordu ne oldugunu anlamaya calisarak. En cok rehberin, "ailesinin parasi olursa ileride okuyacak" sozu icime isledi...


Adaya dogru kucuk teknemizle yol aliyoruz... Ve nehrin sulari goruldugu gibi oldukca bulanik.


Uzaktan iki sehri birlestiren kopru goruluyor, arada gidip gelen sandallar ve tekneler, bir de kum tasiyan tankerler...


Adaya yaklasiyoruz, kenarlarda derme catma kulubeler. Bu arada surekli suyu uzerinde gordugumuz yesillikler aklimiza takiliyor, onlarin adalardaki topragin suya karismasini engellemek ve adalarin toprak yuzeyini genisletmek icin ekilen bitkiler oldugunu ogreniyoruz. Zamanla yagmur, ruzgar ile suya karisiyorlarmis.



Derme catma kucuk bir iskelede iniyoruz, kucuk tekne bizi beklemek uzere adanin diger tarafindaki baska bir iskeleye yoneliyor. Bu sirada rehberimiz bize kiyida camurun ustunde ziplamakla yurumek arasi bir harekette bulunan bir havyan gorteriyor; balikmis! Inanasimiz gelmiyor, pis sumsuk bir hayvan, balik desen balik degil, surungen desen surungen degil.

Hatta biz aramizda bu hirkat garibesi baligin annesinin babasini bir kerten ile aldattigi sonucuna variyoruz :D


Indigimiz yerde ilk ziyaret edecegimiz yer coconut candy fabrikasi yani hindistan cevizi sekeri fabrikasi, ama ne fabrika gorseniz :) Bildiginiz kucuk uretici, aile isletmesi hatta.

Cogunlukla diger yerlesim yerleri gibi acik bir alan, sadece tepede bir cati var, uretimi o bahce gibi yerde yapiyorlar. Bir diger ayrinti da tum hersey el yapimi, hatta inanmayacaksiniz aletler bile. Yani burada hersey dogal, uretilen seylerde hicbir katki maddesi yok, cunku adamlarin onlari alacak parasi yok.

Kapidan girer girmez yerli bir kadin elinde 300 yil onceden kalmis gibi gorunen bir tabak ve icinde uc bes sekilsiz kremamsi gorunuslu sekerle bizi karsiliyor. Tabagi ve sekerleri uzattigi anda H. ile birbirimize bakiyoruz bir an, feci gorunum karsisinda her ne kadar tereddut etsek de el mecbur birer sekerleme aliyoruz tabaktan. O anda aklima gelen tek sey "ellerimi de her yere degdim, dezenfektan jelimi bile suremeden aldim sekeri" oluyor :) Sekeri bir sure elimde gezdiriyorum hani bir firsatini bulur atarim diye, olmuyor... Elimde gittikce yumusamaya baslayan sekeri basima daha cok dert olacagini anladigim icin agzima atiyorum el mecbur. Sekerin lezzeti oldukca guzel :) Hindistan cevizi tadini ve sutunu agzinizda hissediyorsunuz direk ve hicbir katki maddesi olmadigini, tamamen dogal oldugunu bilmek de bir nebze rahatlatiyor bizi. Bakiyorum kocakisisi de ayni fikirde, istahla yiyor sekerini :)

Sonra uretimi gosteriyorlar bize. Gozumuzun gorebildigi her yerde hindistan cevizi agaci ve su hindistan cevizi agaci (boyle birsey de varmis yeni ogrendik) olan bir adadayiz. Sonuc olarak hindistan cevizlerini toplayip rendeliyorlar ve suyunu cikariyorlar. Sonrada o cikardiklari ozutu asagida gordugunuz mikser gibi alette karistirip, pisirip koyulastiriyorlar.



Koyulasan hamuru yerli bayanlar metal kaliplara yerlestirip sekil veriyor ve sogumasi icin birakiyorlar.


Bunlar da sekerlerin kaliptan cikmis halleri.


Sonrasinda da o sekerleri kesip paketliyorlar. En ilginc gelen sey paketlerken seker kagida yapismasin diye, tamamen pirincten elde ettikleri (bunu da anlatacagim ayrica) pirinc kagidina sariyorlar sekerleri oncelikle. Bildigimiz yagli kagit gibi bir gorunumu var, ama en onemli farki bunu da sekerle birlikte yiyorsunuz.

Detaylari dinledikten sonra urettikleri tum sekerlerden birer tane deniyoruz, bu sefer hic dusunmuyoruz artik uretim pismis, bizim eller pismis falan diye, koyveriyoruz gitsin :) Sonrada bakiyorum o gun pis mis diye diye ne cok sey girdi agzimiza ama cok sukur sapasaglamiz :) Oradan birkac paket seker aliyoruz, hem kendimize hemde cevredeki arkadaslarimiza hediye, en cok da adadaki insanlara biraz katkimiz olsun diye.


Sonra yolumuza devam ediyoruz. Bir sonraki ilginclik Vietnamlilarin yerel ickisi! Bunu gitmeden once de okumustum ama sonradan gorunce icim yine bir fena oluyor. Yuksek miktarda alkolun icine kobra, akrep, kertenkele ve daha ne bulurlarsa koyarak yaptiklari bir icki bu. Cesit cesit siselerin icinden alkolden sismis hayvanlar bakiyor bize, icim kalkiyor. Ogreniyoruz ki Vietnamlilar her aksam yemek masasinda mutlaka bir kadeh icermis bundan. Rehber bize de denettirmeye calisiyor, aman aman biz muslumaniz diyerek kurtariyoruz kendimizi. Ama bize uzulen gozlerle bakmaya devam ediyor, cok sey kaciriyorsunuz der gibisinden.

Bu arada kocakisisi nereden ciktiysa bana "sen denemek istiyorsa dene" diyor. Canlisini gorunce cigligi basan ben nasil olurda olu hayvanin icinden bana baktigi ickiyi icerim acaba! Bu adam benden bikti da kurtulmaya mi calisiyor acaba :D

Icki faslini atlatip timsah reyonuna geciyoruz :) Sonradan ogreniyoruz ki bu nehirde timsah bol, sonucta bataklik gibi bir yer. Hatta her yil bir cocugu yiyormus timsahlar mutlaka :( Gerci gordugumuz kadariyla buyuk cogunlugu adalilarin eline gecince canta ve ayakkabi olmus ama... Sadece camin kenarindan resimlerini cekip hizlica uzaklasiyorum, tabii bunlar dondurulmus bu arada ;)


Bir sonraki duragimiz "Rice paper" yani pirinc kagidi ya da pirinc yufkasi uretimi. Bu yufkalar bize Singapurdan pek yabanci gelmiyor, ne de olsa bulabildigim yegane borek yufkasi bunlar.

Oncelikle pirincleri degirmen gibi birseyde (asagida gordugunuz) iyice ezip nisastasini cikariyorlar. Sonrada cikan bu ozutu yufka yapiminda kullaniyorlar.


Atesin uzerine yerlestirdikleri bir duzenek ile buharda pisiriyorlar bu yufkalari. Gerili olan tulbent gibi bezin uzerine istedikleri kalinlikta -ister yufka kalinliginda isterse kagit gibi- yayip birkac dakika buharda pisiriyorlar.



Pisen yufkalari sazlardan hazirladiklari tepsilerin uzerine alip kurumaya birakiyorlar. Kalinligina gore birkac saat ile bir gun arasinda degisiyormus bekleme suresi. Mesela resimde gordugunuz oldukca kalin bir yufkaydi ama kagit gibi olanlari da var.


Sonra turumuza hediyelik esya satan yerlilerin arasinda dolasarak devam ediyoruz. Ozellikle rengarenk hamaklar dikkatimizi cekiyor. Burada hamak cok yaygin, hem dogru duzgun kapali mekanlari olmadigi icin, hemde anladigim kadariyla yerden yuksek olmasi tercih edilen birsey, tum surungenlerden uzak olacagi icin.

Birde gelirken dikkatimizi cekti, yol boyunca kucuk kucuk koy kahvesi gibi mekanlar vardi. Bizdekilerin aksine icleri sandalye masa degil hamaklarla doluydu. Zaten bu memlekette insanlar ne firsat bulsa yatiyorlar, saka gibi, hamak olmazsa altlarindaki motorun uzerine yatmis insan cok gorduk.


Bir sonraki duraga gitmek icin at arabasina binecegiz dedi rehber. At atabalarini gorunce kocakisisi ile birbirimize baktik korku dolu gozlerle, bu manzara bize birden manda maceramizi hatirlatti. Neyse ki bu bindigimiz manda olayindakinden bin kat daha saglamdi, dusunun artik oburu neydi...


At arabasiyla 5 dakika icerisinde koyun ic kismina giriyoruz. Bu arada rehberimizden burada kadinlarin hic hakki olmadigini, erkeklerin isterse birkac kadinla daha evlenebildiklerini, kadinlarin bahcede bagda calisip adamlarin da paralari kumarda kaybettigini, kaybedince de eve gelip kadinlari dovdugunu ogreniyoruz... Nedense hic yabanci gelmiyor bu hikayeler bize, demekki bu dunyanin duzeni din, dil, irk, inanis ne olursa olsun pek degismiyor.

Ayrica adadaki koylulerin parasi olmadigi icin temiz su tesisati olmadigini, dus almak icin nehrin o gordugumuz bulanik suyunu kullandiklarini, icmelik suyu da yagmur sularini kuplerde toplayarak elde ettiklerini ogreniyoruz.

Eh tabii bu bilgilerden sonra bir sonraki duragimizda ilkram edilen caylari icemiyor, icermis gibi yapiyoruz ancak. Ikram edilen cay ve meyvalar ile birlikte yerel muzikleri dinleyerek biraz dinleniyoruz. O sirada rehber yine yerel halkla ilgili bilgi vermeye devam ediyor. Burada evlerde evcil hayvan niyetine yilan beslenirmis. Sebebi ise disarida da bir suru yilan ve surungen dolu olmasi nedeniyle, eger bir evde yilan varsa digerlerinin eve girmemesiymis. Hatta surekli ezilen kadinlar kendilerine evcil hayvan olarak disi kobra alirmis, sebep? cunku disi kobralar erkeklerini oldururlermis! Ne ironi ama...


Bunca gerekli ve gereksiz bilgiden sonra :) turumuza devam ettik. Bir sonraki ve son duragimiz kanallar arasinda sallarla gezintiydi. Kanallari ve sallari gorunce biran tereddut ettik, tabii tereddutumuze ellerinizi salin icinde tutun ufak da olsa timsahlar var cevrede demeleri de etkili oldu hani yani. Ama yine de bindik tabii ki sala :)

Sala bindikten sonra her zamanki gibi kocakisisi bana ben ona tembihlerde bulunuyoruz "aman iyi tutun" "aman dikkatli ol" diye. Ben bir ara ellerini iceride tut parmaklardan olmayasin deme gafletinde bulundum, demezmi; "su anda ayaklarimi koydugum yerde oyle kocaman bir orumcek var ki timsahtan vazgectim o yutacak simdi ayak parmaklarimi"...
Gulmekten yarildim, az kalsin nehrin pis kanallarina dusuyordum onun yuzunden :)


Iste bunlar da kanallardan kareler...












Ve donus yolunda guzel bir taze hindistan cevizi suyu ile serinledik :)


Yerlilerin evlerinden bir ornek...


Iste bu da bahsettigim su hindistan cevizinin meyvasi, oldukca ilginc bir sekli var, tadini denemedik.


Ho Chi Minh sehrine donus yolunda da dinlenme tesisi gibi bir restoranda oturup yerel yemeklerden tatma firsati bulduk. Oldukca guzel bir tesiste mola verdik.




Iste bu pirinc topu, rice ball diye geciyor ve yaklasik bir elma buyuklugunde. Anladigimiz kadariyla kizartilmisti, biz boyle yiyecegiz zannederken garson gelip makasla kart kurt kesip mahfetti bu sirin seyi :)


Ve iste diger yiyeceklerin bazilari... sagda gorulen kesildikten sonraki pirinc topu, soldaki deniz urunlerinden yapilma kraker ve ortadaki de cok guzel ve taze bir salataydi. Hindistan cevizi agacinin govdesinin taze kisimlarindan yapiliyormus.


Ve bir diger ilginc yemek de bu balikti :) Oldugu gibi kizarttiklari baligi asagidaki ablanin yaptigi gibi sebzelerle birlikte sararak servis ediyorlar. Oldukca lezzetliydi ama baligin kilciklarini pek ayirmadiklari icin yerken zorlandik.


Yemegin uzerine de rehberimiz bize bir buzlu kahve soyledi. Once tadina bakin sonra hikayesini anlatacagim demezmi. Once bir birbirimize bakistik, sonra da kocakisisi agzimiza girmeyen kalmadi bugun diyerek ilk yudumu cekti :) Bildiginiz kahve, hatta pek siradan bir tadi vardi. Kadinin sonradan anlattigina gore, buradaki kahve yetistiricileri gece kahve yetistirdikleri yerin kapisini acik birakiyorlarmis ki iceri sansar ya da gelincikler (o kismi pek anlayamadik) girsin de kahveleri yesin diye. Sonra o hayvanlari yakalayip migdelerini kesiyorlarmis -buyuk ihtimal hayvani da yiyorlardir- ve kahve cekirdeklerini cikarim bu kahve hazirlaniyormus. Neymis efendim hayvanin migdesinin asiti kahveye farkli bir tad veriyormus, iyyyyyk. Manyak bunlar ya, kaldi ki kahve de gayet dandikti, yazik olmus guzelim hayvana...

Oradan kalkinca kocakisi bana demezmi "simdi hangi hayvanin g.tunden cikan seyi yiyecegiz acaba" diye :)

Geziyi boylece tamamlayip geri yola koyulduk. Yol boyunca pirinc tarlalarini resimledim. Ayrica bu adamlarin ilginc bir inanci var, evin bahcesine ya da tarlanin orta yerine gomuyorlarmis evde biri olunce. Onun icin bazi pirinc tarlalarina pirincten cok mezarlik ekilmis :)



Sehrin banliyolerinden, arka sokaklarindan bazi kareler...


Turu tamamladiktan sonra otele donus yolunda rehberimiz bize aksam icin su kuklasi tiyatrosuna gitmemizi onerdi. Bizde ilginc buldugumuz bu fikri onaylayip aksam icin biletlerimizi aldik donus yolunda.

Otele gidip birkac saat dinlendikten sonra tiyatroya dogru yola ciktik. Yaklasik bir saat civarinda surdu sov. Oldukca eglenceli ve degisik birseydi. Hatta dunyada pek az varmis bu su kuklalarindan. Fotograflar oldukca kotu cikmis ama bir tane video cekmistim o cok guzel :) Eger ekleyebilirsem blogger'a ekleyecegim bir sonraki yazida.

Sonrasinda da oranin yerel marketi, herseyin bulundugu "Ben Thanh" adli markete gittik. Daha dogrusu kocaman pazar yeri gibi bir yer, hatta Istanbul sali pazarina benziyor diyebilirim.

Biraz cevrenin ve insanlarin resmini cektikten sonra farkettik ki burasi bir alisveris cenneti aslinda. Cunku buyuk markalarin cogu insan gucu ucuz oldugu icin burada uretiyor mallarini. Eh sonuc olarak, uretim fazlalari veya ufak tefek defolu mallari bu pazarda bulmak mumkun. Cogu insan buraya sirf alisveris icin geliyormus megerse biz sonradan farkettik, ama yine de son dakika bile olsa kendimizi alisverise vurmayi ihmal etmedik :) Gunun bilancosu bir Yves Saint Laurent, bir Chanel, bir Chopard ve bir Burberry oldu, hemde neredeyse sadece bir tanesinin fiyatina :) Buraya kesinlikle bir daha gelmek lazim, benim bile markalara olan ilgimi kabarttigina gore...


Son gunu de boyle tamamlayip ertesi gun yola ciktik. Ayrilmadan onceki son fotograflarim bunlarda... Iste benim sapkamda aynen bunlardan :)



Monday, September 27, 2010

Monday Blues

Yeni bir terim daha ogrenmis bulunuyorum... "Monday Blues"
Ingilizcede pazartesi sendromu demekmis! Eh insan pazartesi sendromuna kapilip gidince turlu dillerdeki kullanimini bile ogreniyor iste boyle.

Yatagin hangi tarafindan nasil bir kalktiysam bugun, sabahin korunde basladi isler tersine tersine gitmeye.

Ayaklarimi suruye suruye geldigim is yerime vardigim anda anahtarimi unuttugumu farkettim. Daha dogrusu kartimi. Efendim bizim is yerinde her kapiyi elektronik yapmis adamlar -cok teknolojigiz birde para batiyor ya adamlara- dolayisiyla is yerinin icindeki disindaki her kapi kart ile aciliyor, hani neredeyse tuvaletin kapisini bile kartla acacagiz! Giremiyorsun oyle izninin olmadigi yerlere. Dolayisiyla bu karti unuttun mu sictin! (kotu laf icin ozurler amma velakin daha beter kufredesim var iyi bile tutuyorum kendimi) Daha dogrusu sicmissin bende tecrube ederek ogrendim bugun :(

Haydi anladik yaptiniz birsey bizde iyi kotu kullaniyoruz. Ama bu isin bir acil durumu olur degil mi kardesim, bir A plani, B plani falan olur hani. Bu cok teknolojik arkadaslar, benim kartimi unuttugumu ogrenince bana ziyaretci karti verdiler! Ziyaretci karti demek hicbir kapiyi acmayan kagit parcasindan farksiz birsey demek. Kapidaki gorevliyle aramizda gecen diyalog soyleydi;


-size bu ziyaretci kartini veriyoruz ama hicbir kapiyi acmiyor bu kart!
-iyide ben ziyaretci degil calisanim burada, biliyorsunuz bunu hergun gelip gidiyorum, burasi benim is yerim!!
-elimden gelen birsey yok prosedur boyle. 6. kat insan kaynaklarina gidin onlar bugunluk gecici kart versin.
-ofisime bile giremiyorum bu kartla, 6. kat insan kaynaklarina nasil gideyim bu kart hicbir kapiyi acmiyorsa!?! hem bu zirva karti neden vermeye calisiyorsunuz o zaman bi boka yaramiyorsa?
(icimden kufurun bini bir para tabii ki)


En son soylene soylene yola koyuldum, ona rica buna minnet kapilari actirip ciktim 6. kata. Ama bitermi derdim bu kadarla, bitmez... Karti verecek olan eleman gelmemis! Tam tamina yarim saat bekledim gecici bir kart alabilmek icin. Hani acil isim olsa, onemli bir toplantim olsa yandim ki ne yanmak.

Tabii bununla bitermi benim gunluk eziyetim? Yok efendim nerde bende o sans... Anahtarlar yok, tum dolap ve cekmecelerim kilitli, butun planlarim yatti bugunluk yani, sinirden zipliyorum neredeyse yerimde o hesap.
Yetmezmis gibi birde her pazartesi iskenceden beter, anlamsiz ve gereksiz bir grup toplantimiz var. Neden derseniz... Dermisiniz? demezseniz de yazicam yahu, birakin yazayim, soyleneyim rahatlayayim biraz.

Daha once de bahsetmistim birazcik, calistigim gruptaki insanlarin cogunlugu -hatta hepsi- embesilin onde gideni. Akil fikir dagitilirken bunlar kosa kosa kacmislar kazara bir parca da onlara verilir diye. Bir senmi akillisin diyeceksiniz simdi... Evet :D

Bak cok samimi soyluyorum, oyle kendini begenmis
megoloman biri sanmayin, ki degilimdir. Ama bunlar var ya harbiden beni cildirttilar kardesim, aptal olunur da bu kadar mi olur yani!! Ilk zamanlar iyi niyetliydim, hani mantikli ve anlasilir bir yolla yardim etmeye calisiyordum. Ama gordum ki soylemekle anlayacak gibi degil bunlar, biraktim sadece. Grup toplantilarinda sadece oturup dinliyorum bunlarin zirvalarini.

Bakiyorum sag ayagi sol ayakkabiya sokmaya calisiyorlar. Biri diyor ki "biraz itersek girer" digeri "yok yok ayakkabiyi genisletirsek girer" bir digeri cikiyor "ayagi yaglasak daha iyi kaymazmi!"... Sag ayakkabi teki kenarda duruyor, onu goren yok. Bu derece salaklar bu derece bir ise yaramayip zaman kaybi yaratiyorlar. Bu sadece durumu izah etmek icin bir ornekti, hani ne kadar sacmalayabildiklerini aciklamak babinda...

Bu durumlarda susuyorum... susuyorum... susuyorum...
Hani kimseye denmiyor, gerizekali gordum ama sizin kadarini gormedim hayatta diye :)

Bugun yine sustum, tam iki saat boyunca!! Ruhuma daral geldi, tum tirnaklarimi yedim sinirden, koltugun kollarini tirmaladim agzimi acip suratlarina gercegi vurmamak icin.

Sonuc olarak da doldum boyle, yazayim da rahatlayayim dedim kabak sizin basiniza patladi :)
Umarim sizin pazartesiniz ve haftaniz guzel gecer...

dipnot: Bilgisayardaki virus alarmi yalanmis, Windows sagolsun! Ama "korkulu ruya gormektense uyanik yatmak yegdir" diyerek formati basacagim en kisa surede :)
bir dipnot daha: Haftasonu Formula 1 vardi Singapurda, vizir vizir vizir kafamiz sisti kardesim... O ne gereksiz birseydir oyle, ne anlamsiz bir etkinliktir. Milyonlarca dolarlik Ferrari motoru bozulunca zink diye yolda kaldi siralama turlarinda! singapurun yegane televizyon kanalinda surekli Formula 1 yayinlaninca bir nevi izlemek mecburiyetinde kaldik. Pes dedim, bunca tantana bunca masraf bu vizirti icinmiymis? Pes...
A.

Thursday, September 23, 2010

Boynuma kadar viruse battim :(

Dun gecenin bir vakti bilgisayarda onu bunu karistirirken pat diye firewall alarm verdi, sonrasinda da tam bes tane virus yakalandi bilgisayarda!

Insaf yahu bes tane ne demek. Birincisi firewall nasil yakaladi virusleri, ikincisi firewall onlari yakalarken benim virus koruma programimin eli armut mu topluyordu, ucuncusu yok… Cok sinirliyim.
Sonrasinda kac tane scan yaptim bisey cikmadi, e peki bu firewall beni mi kandirmaya calisiyor aklinca? Ya da dandik windows firewall’un bile yakaladigi virusleri sen nasil gormezsin behey virus koruma programi!!

Avast denilen dandik virus koruma programini kullanan var midir icinizde? Dandik diyorum ama dun geceye kadar cok memnundum ben. Hem bedava (hangi bedavadan hayir gelir ki) hem de simdiye kadar cok cok iyi is goruyordu. Eh benimde sakin sessiz bir internet kullanicisi olmaminda katkisi vardi tabii, girmem oyle bilmedigim sitelere… de dun gece nolduysa o gezi sitesinden oldu :(

Bilgisayari formatlamak istemiyorum yaaaaa :( Sen ey izleyici, bir el ativer bu duruma, var midir bir hal caresi? Bir oneri? Dun gece giren viruslerden girdikten sonra haber alinamadi :D Hatta girebildilermi yoksa ben daha hizli davranip baglanti kablosunu onlar girmeden mi cektim mechul (varmi boyle bir ihtimal) … Bir deyin bakim viruslenip viruslenmedigimi anlayabilecegim en kisa ve guvenilir yol nedir??

Tamam tamam biliyorum cok sey bekliyorum :( ve biliyorum yolun sonu format… Ama bir umut iste naparsiniz. Benden ses soluk cikmazsa bilin ki bunca isimin gucumun arasinda birde oturup format atiyorumdur. Ki bilmezsiniz benim format hikayelerimi, zira sonuncusunda bilgisayari kullanilir hale sokmam uc gunumu almisti :( “Aptal vista aptal toshiba” diye bagirasim var. XP ile uyumsuzluk yuzunden butun suruculeri tek tek yuklemem lazim yine yaaaa… Bak dusundukce afakanlar basti beni, beni formattan kurtaranin sevabi buyuk yazilacak, harbi cennetlik bak bunu da yaziyorum suraya :D

Birde bu resmi buldum napsam diye bakarken nette, biraz olsun yuzumu gulumsetti :) Artik virus koruma programi yerine bu yontemi mi denesem diye dusunmuyor degilim hani yani ;)



Dipnot: Tum embesilleri, aptallari, gerizekalilari, mallari paratoner gibi cekme yetenegim var benim! Az once bir meslektasim (meslektas diyorum saygimdan ama yeminle yer bezi olmaz bundan) oyle seyler sordu ki bana is ile ilgili, kafayi bilgisayar ekranina geciresim geldi yahu. Acsan baksan beyin yerine saman bile cikmaz bundan, kaldi ki ortalamanin ustunde bir zekaya sahip olmasi gerekiyor bu kisinin yaptigi is dolayisiyla. Birde universitede iki bolum bitirmis!! Cildirmamak kolay degil yahu, hep mi beni bulur…

Simdi soyleyin bakim bana ne olacak benim su virus isi??
A.

Tuesday, September 21, 2010

Saygon macerasi 2.gun

Ve iste Vietnam'da ikinci gun hikayemiz... sonunda yukleyebildim resimleri :)
Ikinci gun sabah erkenden attik kendimizi yollara ve gunduz gozuyle gorelim dedik sehri. Oncelikle hemen gece goremedigimiz nehir kiyisina attik kendimizi, neymis nasilmis nehir bir gorelim diye. Tabii bir onceki seferdeki gibi caddeyi guc bela gectik bisikletci amcalarin pesine takilarak. Gordugumuz manzara karsisinda hayal kirikligina ugradik, cunku nehir inanilmaz pis ve bulanikti. Cevrede de pek birsey yoktu gorulecek, asagidaki resimden de farkedeceginiz gibi. Neyse gece pek birsey kacirmamisiz diyerekten tekrar kendimizi o tehlikeli trafige attik ve guc bela gectik caddenin diger tarafina.


Caddelerde yuruyerek ve cevreye goz atarak gorulmesi elzem yerlere dogru yola ciktik. Iste bunlar da yol boyunca dikkatimi ceken ufak detaylarin bazilari...
Binalar, caddeler oldukca eski ve bakimsiz. Asagidaki fotograf buyuk ve merkezi bir caddede ki iyi gorunumlu bir binaya ait, ara mahalleleri siz dusunun. Birde diger tropik ulkeler gibi binalarin tepeleri bile yesilliklerle kaplanmaya baslamis.


Bu asagidaki manzara da bizi hayrete dusuren detaylardan biri :) Elektrik telleri resmen saka gibi, neredeyse dugum olmuslar ve caddeye inanilmaz yakinlar. Insanlar araclar vizir vizir geciyor altindan. Birden aklimiza Phuket'te gordugumuz manzara geldi, orada da teller boyleydi hatta trafolardan surekli cizirtilar geliyorve kucuk kivilcimlar ucusuyordu etrafa. Demek ki fakir asya ulkelerindeki durum hep bu...


Iste bir diger ayrinti... Bu binayi gorur gormez kocakisisinin yorumu; "Bu ne ya isci partisi genel merkezi gibi bu bina" oldu :) Ama dedigim gibi ne yazik ki tum mucadeleye ragmen yakayi kapitalizme kaptirmislar, ne komunizm ne sosyalizm kalmis geriye...



Yuruyerek sehrin onemli turistik mekanlarindan Notre Dame kilisesine ulastik. Kilisenin Paris'te ki gercek Notre Dame kilisesine olan benzerligi bizi sasirtsa da ertesi gun tur rehberinden ogrendigimiz bilgiyle tum taslar yerine oturdu. Meger Vietnam yuz yildan fazla bir sure Fransizlarin boyundurugu altindaymis. Eh dogal olarak sehrin dogal dokusunda da oldukca etkisi olmus fransizlarin. Onceki gece gordugumuz yolu da Sanzelize yoluna benzetmemize sasmamali...



Ve kilisenin hemen yaninda yer alan postahane... Distan oldukca guzel gorunen bu binanin ancak bu resmi var elimde tek basina, binanin tumunu aldigimiz fotograflarin hepsinin icinde biz variz :) Hatta o kadar cok fotograf cektik ki postahanenin onunde, bir ara poz vermeyi abartip kocakisisi beni postahanenin onundeki direge bile tirmandirmaya calisti :)


Icten gorunusu de oldukca guzel ve etkileyici. Isin ilginci postahane halen daha aktif olarak calisiyor, memurlarin onca turiste karsin rahatca calismasi beni sasirtti acikcasi :)


Duvarlardaki Vietnam ve Saygon daha dogrusu Ho Chi Minh haritalari da oldukca guzeldi.



Postahane'den cok cici hediyelikler aldik kendimize hatira olsun diye. Birde kendime yerlilerin taktigi bambu sapkadan aldim ve tum gun boyunca sapkamla dolastim ortaliklarda. Abajur gibi birsey :) Zannedersem o sapkayi sadece yerli koyluler taktigi icin olsa gerek gelen gecen garip garip bakti yuzume :)

Biz tam hediyeliklere bakarken arkamizdan bir bayan demez mi "sedeflimi onlar?" diye. Yahu biz Turkler ne gezentiyiz kardesim :D Bir kenara oturup adet oldugu uzere bir kart gonderdim kucuk kardesime. O arada da cevredeki detaylarin fotograflarini cektim biraz, insanlar, bina, detaylar falan...


Iste bu da Ho Chi Minh sehrine adini veren kuruculari, daha dogrusu kuzey ve guney cephenin birlesmesinde buyuk katkilari olmus, ve Saygon sehrine onun ismini vermisler.

Bir onceki yazimda bahsettigim bisikletliler. En son fil faciamizdan agzimizin payini almistik hatirlarsaniz, ayrica kendimizi bir baska insana tasitma fikri pek kotu geldigi icin biz binmedik. Ama bisiklet suruculeri inanilmaz inatci, takiliyorlar pesinize birakmiyorlar illaki binin diye. Pes etmedik yine de, sadece resmini cektim uzaktan :)


Baska bir motor surusu resmi :) Insan butun gun bir kenarda oturup izleyebilir motorlularin vizir vizir oradan oraya akisini...


Burasi da "Reunification Palace" yani saraylari. Ama distan pek bir sevimsiz durdugu icin, iceri giris ucretli oldugu ve biz degip degmeyeceginden emin olamadigimiz icin, ayrica savas kalintilari muzesine yollanmis oldugumuz icin girmedik iceri. Sadece disaridan resmini cektik.


Ve sonunda "War Remnants Museum" a yani Savas kalintilari muzesine vardik...

Muzenin bahcesi Amerikan savasindan kalma bir suru aracla dolu, tanklar, toplar, helikopterler, ve daha neler neler...




Bir diger yanda da savas sirasinda Amerikalilarin attigi bombalar var. Insanin baktikca ici urperiyor, inanilacak gibi degil. Bazi bombalar neredeyse su deposu buyuklugunde ve onlarin insanlarin yasadigi yerlesim yerlerine atildigi, yuzlerce binlerce insanin olmus oldugu fikri insani dehsete surukluyor...

Muze bahcesinin bir baska kismi ise hucre kismiydi. Savas suclularinin ne kosullarda tutuldugu, nasil iskence gordukleri anlatiliyor. Temsili hucreler ve maketler konulmus. Bazi yerlerdeki aciklama ve resimlere bakmaya dayanamadim resmen, bu insanlar inanilmaz zor gunler yasamislar :( Binlerce olunun yani sira binlerce de yarali kalmis geride, sakatlar, hasta dogan bebekler ve daha neler neler...



Daha sonra muzenin ic kismina gecip gorselleri ve dokumanlari incelemeye basladik. Insan fotograflari gordukce, yapilanlari okudukca isyan ediyor. Ve bir diger saskinligim da Amerikali turistlere! Bu halka bunca aciyi yasatip, bunca ulkelerini ve hayatlarini mahfedip birde ustune ustluk gelip atalari ne yapmislar diye geziyorlar, inanilir gibi degil. Muzeyi gezdikce savasin aslinda bizim televizyonlardan seyrettigimiz Irak savasi gibi seyredilebilen birsey olmadigini, gercek yuzunu goruyor insan. Isyan ediyorsunuz, iciniz aciyor ama yapacak birsey yok tabii ki.

Dunyanin gordugu en zorlu savaslardan biri oldugunu, insafsizca kimyasal silah kullanildigini gorduk rakamlarla. Fotograflar ise yetersiz de olsa yasananlari biraz olsun gozler onune sermek icin...


Bu fotografi gordugum anda gozlerime inanamadim. Tankerin icerisi zavalli savunmasiz Vietnamlilar uzerinde kullanilmak amacli kimyasal madde dolu. Tankerin uzerinde yazan ise "The purple people eater" yani "mor insan yiyici". Varin zalimligi ve yasananlari siz dusunun...


Amerikalilarin kamplarindan ve barakalarindan Viet Cong lar ile mucadelelerini yansitan bir diger goruntu...


Ve iste beni en derinden etkileyen, en cok icime isleyen fotograflardan biri. Sozun bittigi yer benim icin...



Ve ikinci gunu de boyle tamamladik. Yakinda en eglenceli ve ilginc deneyimleri yasadigimiz son gunu de yayinlayip bitirecegim umarim bu seriyi de :)

A.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails